CUMARTESİ
Harikulade bir çiftlik lokantası
Cala di Volpe otelinin manzarası müthiş
Uyanır uyanmaz kepenkleri açıyoruz. Tek bir bulut yok. Hava sıcak ama nemli değil. Hafif poyraz.
Elbette ki kahvaltıda vakit kaybetmek istemiyoruz. İki kapuçino yeter.
Sözleştiğimiz gibi 11.00’de plaja geldiğimizde Elena ile Paolo orada. Bizim için de iki şezlong rezerve etmişler. Ne güzel bir jest.
Jest bu kadarla da kalmıyor. Bir de yöre peynirleri ve şarküteri ürünlerinden minik sandviçler hazırlamışlar. Ayrıca küçük buz kutusu içinde soğuk bira getirmişler.
Deniz şahane. Sandviçler ağzınıza layık. Buz gibi bira hoş.
Akşam da geçen haftaki yazımda bahsettiğim Cala di Volpe oteline kokteyl için gidiyoruz. Otel ve manzara olağanüstü. Bayanlar Bellini (şampanya ve taze şeftali suyu) ısmarlıyor, biz iki erkek ise votka-Martini.
Onların Türkiye tatilinden, bizimse İtalya maceralarından bahsediyoruz. Artık iyice kaynaştığımız için Elena’ya bacağını ne zaman ve nasıl kaybettiğini ve neden bacak protezi kullanmadığını soruyorum.
İnanılmaz bir hikaye. Üniversitenin son senesinde çok ciddi bir kaza geçirmiş. İçinde bulunduğu deniz motoru yandan geçen bir teknenin dalgası ile alabora olmuş ve denize düştüğünde keskin pervane bacağını sosis gibi doğramış. Mucize kabili hayatından olmamış. İki ay hastanede yattıktan sonra normal hayatına geri dönmüş ve lisans üstüne başlamış. Sonra da reklam şirketinde çalışmaya... Çalıştığının ilk senesi Paolo ile tanışmış. Aradaki üç senede protez ile dolaşmış ama büyük zorluklar çekmiş. Hamile kalınca ise protezini kullanamamış ve koltuk değnekleri ile dolaşmış. Çok daha rahat etmiş ve proteze geri dönmemiş. Ancak uçağa binerken takıyormuş protezini.
Dördümüz de kıskaçsız ıstakozlu spagetti yiyoruz
“Protezle kendimi sakat hissediyordum. Koltuk değnekleri kullanırken ise uçar gibi hissediyorum. Mutluyum. Ben buyum. Olduğum gibi görünmeyi seviyorum. Kazanın bana bir faydası oldu. Yaşamda ne önemli, insanın öncelikleri ne olmalı, onları öğrendim. Başkaları ne düşünür, ne der gibi gereksiz şeylere takmıyorum kafamı. Geriye değil, ileriye bakıyorum.”
Bu sözler üzerine Paolo’ya bakarak “Çok şanslısın” diyorum. O da “Evet öyleyim ama sen de çok şanslısın diyor”.
Tabii benim hanım da kızarıyor!
Şansımız onların tavsiye ettiği ve birlikte gittiğimiz Lu Stazzu’da da devam ediyor.
Harikulade bir çiftlik lokantası.
Başlangıç olarak yanında çiğ kereviz ile gelen sıkıştırılmış balık yumurtası ve organik roka salatası ile sunulan yaban domuzu salamı (prosciutto de cinghiale) deniyoruz. Kaliteli balık yumurtası bizde de var ama hiçbir lokanta kullanmaz. Kendi yapımları yaban domuzu salamı ise olağanüstü. Kastamonu’da yediğim zanaatkar pastırma kadar lezzetli diyebilirim.
Daha sonra dördümüz de “aragosta” denen kıskaçsız ıstakozlu (acaba iştahımızı kesmek için mi böcek denir?) spagetti yiyoruz. Bol sarmısak ve zeytinyağlı. Olağanüstü.
Son olarak da “porcetto alla brace” yani minik domuz çevirme. Derisi kıtır, içi yumuşacık. Şahane.
Yanlarında da yörenin en iyi beyaz şaraplarından biri. Vermentino üzümünden. Capichera. Yöre şaraplarından ayrı bir yazımda bahsedeceğim.
Tatlıyı da ihmal etmiyoruz. Rom içkisi ile pişmiş baba tatlısı.
Hesap, adam başına, 50 avroyu bile bulmuyor.
PAZAR
Ürünler tazenin de ötesi, buzdolabına hiç girmemiş