Vedat Milor

Vedat Milor

Tüm Yazıları

Antalya-Kemer’i geçtikten sonra Olimpos’a doğru giderken Ulupınar mevkinde karşınıza peri masallarını andırır bir konumda kurulmuş olan bir lokanta çıkıyor. Adı da bulunduğu konuma uygun: Şelale.
Bu kadar nefes kesici bir mekanda kurulu lokanta sadece bizde değil herhalde dünyada sınırlı sayıdadır.
Arabanızı park edip lokantaya adım atar atmaz mis gibi bir kuzu kokusu yayılıyor. Kuzu çevirme.
Lokanta kat kat platformlar üstüne kurulu. Bu tip bir mekanı son derece iyi kullanmışlar. Rustik mobilyalar ile döşeli bir yemek salonları var ama değişik platformlara dörtlü, altılı, sekizli ve bazılarında sedir üstüne oturup bağdaş kurarak yemek yiyeceğiniz masalar oturtmuşlar.
Sanırım özellikle turistler açısından cazip
bir durum.
Lokantanın bir diğer özelliği de burada
çeşitli alabalık havuzları olması ve arzu ederseniz kendi balığınızı yakalayabilmeniz. Siz yakalayın lokanta pişirsin!

Turistler rahat bağdaş kurar ama ben beceremem
Broşürlerden gördüğüm kadarı ile kırmızı yanaklı, dolgun kalçalı, sarışın ve uzun boylu Kuzey Avrupalı bayanlar bu işe bayılıyor. Ellerinde uzun oltaya takılmış can çekişen alabalığı fotoğraf makinesinin objektifine uzatarak muzaffer bir eda ile gülümsüyorlar ve bembeyaz, düzgün, sigara lekesiz dişleri ortaya çıkıyor.
Aynı bayanlar sanırım sedirde bağdaş kurmaya da bayılıyorlardır.
Bizim kırsal kökenli adetlerimize yabancıların, özellikle yabancı hanımların sağladığı kolay uyum bana her zaman parmak ısırtmıştır.
Şelaleyi ziyaret ettiğimiz öğlen de öyle oldu. Grubumuzdaki Amerikalı hanım sedirde oturup bağdaş kurmak istedi.

İstanbullu, okumuş yazmış adam kuru kısımları yer!
Neyse ki grubumuzdaki Türk hanım bu fikre pek yüz vermedi ve ben rahatladım. Oldum olası bağdaş kurmayı beceremem. Bir TV programında mecbur oldum, daha doğrusu faka bastım, ayakkabımı çıkarıp bağdaş kurdum ve öyle oturdum sofraya. Amaç rahat etmek ise ben bacaklarımın uyuşması ve belimin acımasından dolayı duyduğun azaptan yemeğin tadını çıkaramadım. Herhalde Oya Özgey hanımın usta montajı beni kurtardı çünkü aksi takdirde o programın adı “Tadı Damağımda” değil “Izdırabı İliklerimde” olmalıydı!
Bazı şeyler zorla olmuyor tabii. Başkalarının onayını almak için kendini olduğundan farklı göstermenin gereksiz olduğuna inanırım.
Ama benim asıl sorunum gerçekten “nasıl” olduğuma ya da zevkimin nasıl olduğuna başkalarını inandırmak.
Özellikle de garsonları.
Belki oturup-kalkma ve giyim tarzım onlardan farklı ama damak zevkim benzerlik gösteriyor.
Etin yağlı ve kemikli kısımlarını tercih ediyorum.
Kuzunun kemikli gerdanı, inciği ve böbrek boşluğu gibi.
Garsonumuza da kuzunun bu bölümlerini getirmesini özellikle rica ettik.
Ama garsonlarımızın pek çoğu görünüm olarak kendilerinden farklı, İstanbullu, okumuş yazmış bir hali olan insanların zevk olarak da farklı olduğunu düşünüyor.
İyi niyetlerinden tabii ki.
O yüzden ne yaparsanız yapın, size etin kemiksiz ve kuru (genellikle but) kısımları geliyor.
Bize de öyle oldu.
Önce mangalda aşırı pişmiş ve suyu kalmamış bir karides yedik sonra da kuzudan iki öğün servis edildi. Önce kemiksiz parçalar sonra da çevrildikten sonra fırın tabağına alınıp bir süre odun fırında pişen kol. İkincisi daha iyiydi ama o da biraz kurumuştu.
Yemekten sonra mutfağı ziyaret edince şaşkınlığım iyice arttı. Mis gibi Torosların Karaman kuzusunun gerdan ve böbrek boşluğu gibi en leziz kısımları parçalar içinde tencerede ve folyoya sarılıp (sağlık açısından tartışmalı) fırına atılmayı bekliyorlar.
Bir dahaki sefere ne yapacağımı biliyorum. Takma bir uzun ak sakal alacak ve sipariş verirken sakalımı sıvazlayacağım.

Haberin Devamı

İstediğimiz yere oturduk, istediğimiz yerden yiyemedik

Haberin Devamı

Pere Bise’de hem manzara hem kuzu müthiş
Yurtdışında, mevki konusunda Şelale kadar harika bir yer düşünüyorum; aklıma Fransa’daki bir lokanta geliyor.
Annecy gölünün Talloires denen mevkiindeki Pere Bise adlı lokanta.
2001 yazında Montrö şehrinde bir konferansa gittiğimde sınırı geçip orada enfes bir öğle yemeği yediğimi hatırlıyorum.
Aklımda ne yediğim bile kalmış, güveçte kendi kabuklarından bir sosla hazırlanan tatlı su kerevitleri. Sonra da dört dörtlük bir kuzu çevirme.
Kuzu ile de Mourvedre ve Syrah üzümünden bir kupaj olan ve Marseilles kentine yakın Bandol apelasyonundan gelen bir şarap içtiğimizi hatırlıyorum. Son derece uygun bir fiyata bulduğum bir Domaine Tempier Bandol.
Kuzunun derisi başta kekik olmak üzere çeşitli otlarla sıvalanmıştı. İçtiğim enfes şaraptaki ve oradaki teruarı yansıtan “garrigue” yani yaban kekiği ve benzeri aromalar ile kuzu muhteşem bir uyum sağlıyordu.
Aynı zevkleri ülkemizde neden yaşamayalım? O düzeyde pek şarabımız olmasa da en azından bizim de güzel kuzularımız var.