Sevgili Yakar bey ile görüşmeyeli çok oldu. Umarım mutlu ve sağlıklıdır. Naçizane fikrim o ki hiç kimse ufkunu genişletmeden ne şarap ne de yemek konusunda ciddi bir bilgi birikimine sahip olabilir. Ufkunu genişletmek de tabii dünyada neler olup bittiğini anlamaya çalışmak demek. Meraklı olmak, o zamana kadar keşfetmediğin tatları keşfetmeye çalışmak ve önyargısız bir şekilde yeme-içme konularına yaklaşmak demek.
Tabii bir şekilde insanın içindeki merak dürtüsünün kamçılanması lazım. Bende bu duyguyu kamçılayan insandır Yakar bey.
Kendisi sanırım İstanbul’un ilk Çin lokantası olan eski Lamartin caddesindeki lokantanın ortağı ve şef garsonuydu.
Beş masalık ufacık bir lokantaydı. Birkaç basamak inilir ve tertemiz, adam gibi bir mekana ayak basardınız.
Ben 13 yaşlarında ve Galatasaray’da leyli okuyordum. Anneciğimi çok görme şansım olmazdı. En fazla haftada bir buluşur ve hep Lamartin caddesindeki Çin lokantasına giderdik.
Yakar bey hep bizi gözlerinin içi gülerek karşılar ve her türlü kaprisimize göz yumardı.
Yakar beyin sanırım çocukluğu Çin’de geçmişti ve Uygur Türkü idi.
Uygur Türkleri hep öyle midir bilmem ama Yakar bey batılılara uygarlık dersi verecek çapta biri idi. Kibarlığı içten gelirdi. Yapmacık hiçbir tavrı yoktu. Her müşterisi ile bir baba ya da abi şefkati ile ilgilenir, onların derdini dert edinir, onları mutlu görünce yüzünde güller açardı.
13 ila 18 yaş arasında 100’den fazla ziyaret etmişizdir burayı annemle.
Hani inanılmaz bir aşk yaşarsanız ve aniden biterse kolay kolay ve uzun zaman başka bir ilişkiye giremezsiniz ya.
Biraz onun gibi ben de nedense hiç İstanbul’daki değişik Çin lokantalarına gitmek istemiyorum. Sanki eski hatıralarıma leke sürülmesinden korkar gibiyim...
Birinin dürtüklemesi lazım.
Müşteri kitlesi değişmiş
Sonunda o da oldu. Deniz Alphan hanım benim kanıma girdi.
Tabii bilerek değil. Dışarıda arkadaşlarla yemek yiyeceğimiz zaman seçimi ben yapmak istemem. Seçimi ona bıraktım. O da “Sen Çin lokantası galiba hiç yazmadın, Dragon’u istersen bir deneyelim” dedi.
Biz de eşlerimizle birlikte güzel bir akşam, kendimizi Hilton otelinin arkasındaki bu cazip lokantada bulduk.
İlk dikkatimi çeken şey müşteri kitlesi oldu. Eskiden benim hatırladığım Çin lokantalarına daha çok yazar-çizer, üniversite profesörü tipi kimseler gelirdi. Paradan çok kültürü ve bilgisi olan bir takım. Erkekler genellikle siyah balıkçı yaka kazak ve balık sırtı gri ceket giyer ve sanki iki gün sakal tıraşı olmamış ve kendilerine hafif “berduş” bir hava vermiş olsalar da aslında titiz giyinmiş ve sakallarını taramış olarak lokantaya ayak basarlardı.
Birlikte geldikleri hanımların da ortak bir özelliği vardı. Güzeli olsun, daha az güzeli olsun şahsiyetli hatunlardılar. Belki özellikle ve bir “meta” olarak algılanmamak için dişiliklerini arka plana atar, az makyaj yapar, çok varlıklı olsalar bile fazla dikkat çekmeyen bir biçimde giyinip kuşanmaya çalışırlardı.
Çok şeyler değişmiş. Şimdiki müşteriler daha çok Nişantaşı-Teşvikiye’nin sosyetik lokantalarında rastlayacağınız insanlar. Gençler ve özellikle hanımlar Allah’ın verdiğini sergilemekten kaçınmıyorlar. Bir de vücutlarında bir gram fazla yağ olmadığını göstermek için son derece dar bluzlar ve stiletto topuk ile designer jean’ler giymekten çekinmiyorlar.
Birlikte geldikleri biraz daha yaşlı erkekler ise, İtalyan loafer’ı çorapsız giyiyor ve Ralph Lauren veya Boss spor gömleklerini dışarı taşırarak bir taşla iki kuş vuruyorlar. Yani hem göbeklerini saklayıp kendilerine atletik bir hava veriyorlar hem de yemek sonunda kemer gevşetme derdinden kurtuluyorlar.
Herkesin içi rahat olmalı. Siz kaç tane şişman Çinli gördünüz? Bu mutfağın yemekleri genellikle dengelidir ve fazla kalori içermez.
Dragon lokantasının da aşçıları Uzakdoğulu. İşlerini biliyorlar.
Çinliler yemeğe mutlaka bir çorba ile başlarlar. Biz de öyle yapıyoruz. Won ton çorba bir nevi mantı çorbası ama içi karidesli. Acılı bir sosla yeniyor. Kalite olarak batıdaki iyi bir Çin lokantasında yiyeceğinizden tek farkı, karidesin taze olmaması.
DEĞERLENDİRME: 6,5/10