Perşembe akşamki maç için gelen Bordeaux’luları en iyi şekilde ağırlamak için nerelere götürmeli?
Kendi kendime gelin güvey olmaya karar verdim... Galatasaray yöneticilerinin, Bordeaux takımının yetkililerini İstanbul’a geldikleri zaman nasıl ağırlaması gerektiğini düşünüyorum.
Aslında bu tip bir zihin jimnastiği alışık olmadığım bir şey değil. Daha 90’ların başlarında “ekonomi politik” uzmanı olarak çalıştığım Dünya Bankası’nda da benzer konulara kafa yordum. Tüm bürokrasilerde olduğu gibi oradaki bölüm başkanları da maddi ihtiyaçlarını abartarak merkez yönetimden bölümlerarası kaynak dağılımı sırasında “aslan payı”nı kapmaya çalışırlardı. Sonra da bütçe yılı sona ererken bu paraları harcayamadıkları için kara kara düşünmeye başlarlardı. Eğer kendilerine ayrılan kaynakları tüketemezlerse gelecek bütçe yılında “Senin ihtiyacın yok” deyip paraları kısılacak!
Bütçe fazlasını Dom Perignon’la eritirdim
O zaman imdada “personelin moralini düzeltme” partileri yetişirdi. Bazen benim uzmanlık alanıma giren konularda bana pek danışmayan etkili ve yetkili bölüm başkanları bu durumda bana danışır ve içkileri seçerek “bütçe fazlasını” kısa zamanda eritmemi rica ederlerdi.
Ben de elhak bu “başkasının parasını harcama” görevini hakkı ile yerine getirir, bütçe fazlasını silip süpürdüğüm gibi ısmarladığım Dom Perignon şampanyaları ile bütçe açığına sebep olurdum.
Ama Galatasaray, Dünya Bankası değil. Ciddi bütçe sorunlarımız var. Benimki tamamen hayali bir egzersiz olsa bile kulübümün gelirlerini har vurup harman savuramam.
Yani İstanbul’daki pahalı ve lüks lokantaları tavsiye edemem.
Ama belki de böylesi daha iyi. Benim gastromondiale adlı blogumda eleştirdiğim Cordeillan Bages gibi, Bordeaux civarında, lüks lokantaların âlâsı var. Bizde batı tipi lokantaların hiçbiri o ligde değiller.
O zaman öyle yerlere götürmeli ki adamları, sevdikleri şeyleri yesinler ama hazırlama şekli bize özgü olsun.
Döndüklerinde de “Gerçi yenildik ama iyi ağırlandık” desinler. İnşallah.
Bordeaux’da ne sevilir? Geçen yazımda bahsettiğim gibi kuzunun âlâsı var. Pauillac kuzusu. Onu çok severler. Sonra kuzunun iç organlarını severler. Paça, uykuluk.
Özel de bir balık var. Şu an da tam mevsimi. Lamproie. Bir nevi yılan balığı. Enfes bir şarap sosunda yaparlar.
Tabii kaz ve ördek ciğeri de var.
Şimdi adamlara sakın “şarap soslu filemignon” falan yedirmeyelim. Yüzümüze bir şey söylemezler ama bu onlar için bir şey ifade etmez. Bizde yiyecekleri ördek ciğeri de onları tatmin etmez. Edirne yaprak ciğeri hoşlarına gidebilir ama onu da İstanbul’da bulmak zor.
Bu durumda, ilk önce adamları Fatih semtine, Kıztaşı’nın oraya götürelim. İki lokanta var orada. İkisi de aynı ailenin fertleri. Necip Usta ve abisi Mahmut Usta (Toprağı bol olsun. Şimdi oğlu işletiyor).
Tatsınlar bakalım bu ustaların o muhteşem terbiyeli kuzu paçalarını. Kuru fasulye ve pilav da yesinler orada. Manda sütünden enfes yoğurdun kendi ülkelerinde yoğurt diye satılandan ne kadar farklı ve üstün olduğunu anlasınlar. Mahmut Usta’nın pek güzel yaptığı nohutlu kuzu işkembesinin de tadına baksınlar.
Kavurmalı ve kaymaklı Sadrazam pilavıKalıbımı basarım, adamlar bu yemekleri bizden fazla takdir edecektir.
Kuzunun paçasını yedikten sonra kokoreç ve uykuluk da denenmeli. Bordeaux’luların bildiği gerdan uykuluğu.
Akşama onları Sütlüce’ye Sadrazam Mahmut’a götürelim. Önceden Ilgın Kaya’yı arayalım da “fındık uykuluğu” bulsun ve dondurmasın. Getirsin uykulukları tabakta, adamlar kendileri ızgara etsinler. Bir de kokoreç. Son olarak da kavurmalı ve kaymaklı Sadrazam pilavı.
Bu arada, vur patlasın çal oynasın. Güzelim fasıl müziği çalsın.
Eminim Fransız futbolcular da bu havada dayanamayıp iki kadeh atacaklardır. Maç öncesi. Bizim için zararı yok.
Şimdi gelelim maç sonrası adamların bozulan morallerini düzeltmeye.
Önce Türk kuzusunun Pauillac’tan aşağı kalmadığını göstermek lazım.
Ama kuzu sıfırdan hazırlanıp gelmeli. Aman aman önceden hazırlayıp tekrar ısıtan ve “yağsız” diye tatsız ve tuzsuz getiren lüks yerlere gidilmesin. Bizde bunları yerler ama gurme Fransızlar dudak büker.
Bence ya gerçek bir Konya fırın kebap ya da Bitlis işi büryan kebap yedirtelim adamlara. İlle para harcayacaksak da Beyti’de fırında kuzu kolu, yanında patlıcan beğendi.
Akşama da tabii Boğaz’a götürmek lazım. Bizde “baudroie” yok ama kalkan var. Ayrıca şu anda mevsimi sayılır.
Kalkan ızgara Rumelikavağı’ndaki “Kahraman Balıkçı”nın işi. Bütün olarak bunu yapmak büyük hüner ister. Közde pişecek, sıcaklık aynı kalacak, kalkan yağlı olacak...
Yanında da kalkan ciğeri ve kalkan yumurtası. Güzel de bir takoz lakerda.
Kalkanın erkeği makbuldur ama yumurta dişide. Ne yapacağız?
Onun da kolayı var. Bizler misafirperver insanlarızdır. Dişi kalkanları biz yeriz, yumurtaları ve yağlı erkek kalkanları onlara ikram ederiz.
Eh, buraya kadar gelmişken teselli mükafatını hak ediyor adamlar!