Hırsızlık, ilgisizlik, umursamazlık derken Barselona günleri iyi geçmedi. Ama yediklerimiz güzeldi,
Çantamı çaldılar Vedat, çantamı bir saniye içinde çekip götürdüler. Kimse ilgilenmiyor. Bir şeyler yap, bir şeyler yap lütfen...”
Barselona’da El Corte Ingles mağazasının üçüncü katındayız. Arkadaşım fiziksel özürlü bir bayan. Genelde koltuk değnekleri ile yürüyor. Rahat bir ayakkabı almak istiyor İspanya’da kendisine. Koltuk değnekleri ile çanta taşımak da bir dert. Bir saniye için çantayı oturduğu ve ayakkabı denediği koltuğa bırakıp tezgaha yürümüş. Kaşla göz arasında ve tezgahtarın gözü önünde çanta gitmiş...
Belli ki hırsız çok dikkatle izlemiş. Herhalde tüm yaşlı veya fiziksel özürlü insanlara özel bir ilgi gösteriliyor...
“Hırsızlık dünyanın her yerinde olur” diyeceksiniz. Beni asıl şaşırtan bundan sonrası.
Benim yabancı dilim olduğu için yetkililere ulaşmaya çalışıyorum.
Epey zaman geçtikten sonra mağazanın güvenlik görevlileri geliyor. Bu arada kapılar falan kapatılmadığı için hırsız çok aptal değilse sırra kadem basmıştır elbette ki.
Suç üstü olması gerekirmiş
Güvenlik sorumluları tamamen ilgisiz. Mağazanın kapatılması söz konusu değil. Sonuçta giden şey mağazanın malı değil, kızcağızın bir-iki mücevheri, pasaportu, telefonu ve 1200 avrosu. Güvenlik kamerası yok mu? Var. Var ama kapsamı darmış. Her açıyı almazmış! “Birlikte seyredelim görüntüleri, alıp almadığını görelim” diyorum. Kesinlikle olmazmış. Polise git, biz bir şey yapamayız deyip çekip gidiyorlar. Görüntülere bakmayacakları yüzde bin.
Mağazada ilgi yerine nasihat alıyoruz. “Kredi kartları varsa iptal etsin, ayrıca polise bildirin.” Biraz zorlayınca en azından beşinci kata çıkıp kart iptali için bankaya telefon etmemize yardımcı oluyorlar. Telefon uzayınca sabırsızlanıyorlar, hassas bir yapısı olan bayan kendini suçlu hissetmeye başlıyor ve vazgeçiyor telefondan. “Şimdi polise gidin” diyor ve ekliyorlar: “Nice meeting you”. Ne bileyim 100 Euro’luk bir hediye çeki vermek falan gibi bir jest de yapılmıyor bayana.
Bir de telefon numarası veriyorlar. Hırsız bazen parayı alıp pasaportları çöpe atarmış. Bulunursa haber verirlermiş (Tabii ki kimse arayıp sormuyor ve ben aradığım zaman da olay hatırlanmıyor bile).
Karakolda üç saat bekliyor ve hiçbir polisi görmeden, derdimizi anlatamadan, elimize verilen ‘çalındı’ belgesi ile ayrılıyoruz.
Sonradan öğreniyoruz ki Barselona batıda en çok hırsızlık olan kent. Özellikle metroda hırsızlık olayları ve çanta kapmalar gırla gidiyor. Çeteler var. Çoğunu polis biliyor ama anlaşılmaz bir nedenle suç üstü yakalamadıkça bir şey yapılamıyormuş.
“Suç üstü yakalamak!” Gülüyorum. Yakalasar da bir şey yapmadıklarına eminim.
Küçük suç diye umursamıyorlar, öyle mi?
Bu noktada sosyolog olarak konuşmaya başlayıp bunun yanlış olduğunu söyleyebilirim. Küçük denen suçlar ile ağır suçlar arasında direkt ve güçlü bir ilişki var. Eski New York Valisi Giuliani küçük suçların üstüne gitti ve New York’da ciddi-büyük suç oranı da kayda değer düşüş gösterdi.
Ama güzel şeylerden de bahsetmek istiyorum.
Şarküteride öğle yemeği
Örneğin Bouqeria’da El Quim.
“Tadı Damağımda” tv programım için orayı çekmiştim. Bu sefer de gidip bir ördek ciğeri ve yumurta yemeden edemedim. Yanında da ‘berberechos’ denen enfes kum midyeleri. Yanında da bir cava. Beni tanıdılar ve bir espresso ikram ettiler. Gerçek bir Barselonalı olan Quim bir gülümsemeyi bile esirgedi ama yanında çalışanlar çok iyi davrandı.
Sonra Barselona’yı çok iyi bilen sevgili Jak Hayim’in iki önerisi. Biri L’Indret de Somon. Lüks bir şarküteri ama öğle yemeği de yeniyor arkadaki altı-yedi masalık lokantalarında. Ana yemekler iyi ama özellikle küçük porsiyonları ve nefis marine sardalyelerini öneririm. Yanında da güzel şarapları bardakta veriyorlar.
Bu tip benim bildiğim bir yer de var. Con Ravell. L’Indret gibi lüks bir şarküteri. Biraz daha pahalı ama yemekleri çok iyi.
Gene Jak’ın tavsiyesi ile Barselona’nın Boğaz’ı olan Barselonata’da bir yere gittik. El Vaso de Oro. Deniz kenarında değil, içeride. Calle Bilboa. Her zaman kalabalık. Oturmak mümkün değil. Dikkatimi çeken bir taraf yukarıda bahsettiğim bayanın özrü aşikar olmasına rağmen kimsenin ona yer vermemesi oldu. Halbuki ülkemizde olsa?
Tezgah arkası bir yuvarlak masada yer açtık kendimize ve enfes bir yumurtalı biftek, sacda (plancha) ‘pimientos pedrone’ denen şişman, tatlı ve üzerlerine deniz tuzu ekilmiş biberler, güzel soğanlı domates salatası, enfes bir İspanyol sucuğu-chorizo ve gene sacda pişmiş ördek ciğeri ile karnımızı doyurduk.
Burada ev yapımı güzel bir bira da var. Fıçı birası. Tavsiye ederim yukarıdaki yemeklerle. Adam başı 20 avroyu geçmez.
Hava güzelse yapılacak bir şey daha var. Atlayın trene, 30 dakika mesafedeki Sitges’e gidip deniz kenarında midye tava, bira, pizza faslı yapın. İsterseniz taze balık da bulunuyor. Bir de fideua denen kısa kesilmiş erişteleri fena değil. Rengi siyah çünkü sübye mürekkebi kullanılıyor pişirilirken.
Bir dahaki sefer Galisya’ya
Ama trene binmeden dersinizi iyi çalışın. Kimseden, hele yetkililerden yol yordam sormayın. Kesinlikle ilgisiz insanlar. Bazıları dil bilmediği için, diğerleri de turistleri çok kanıksadıkları ve pek istemedikleri için.
Bir de trende kondüktöre bir şey sormayın. Biz Sitges’e gelmeden bize gelecek durağın Sitges olduğunu söylemesini rica ettim. Kafasını salladı ama tabii ki ricamı hiç sallamadı. Anonsları da duymak ve anlamak mümkün değil. Ben uyandığımda Sitges’i geçmiştik ve bir sonraki köyde inip karşıya geçip tekrar trene bindik.
Hiç mi ilgi görmedik?
Gördük. El Vaso de Oro barında tanıştığım bir İspanyolun önerisi ile hiçbir turistik kitapta olmayan bir deniz lokantasına gittik. Adı Barca del Pescador. Tazelik ve çeşitlilik baş döndürücü. Burası ayarında olan ve çok iyi bildiğim Rias de Galicia lokantasının yarısı fiyatlar. Yaşlı garsonlar da lisan bilmemelerine rağmen son derece iyi niyetliler ve sizi memnun etmek için çaba harcıyorlar.
El kol hareketleri ile anlatmaya çalıştım garsona yanımdaki bayanın başına gelenleri yemekten sonra kahve içerken. Anlayıp anlamadığını kestiremeden gözden kayboldu.
Elinde bir şişe Galisya usulü grappa ile çıkageldi. İki de bardak. Lokantanın, daha doğrusu kendisinin ikramı.
Bakışlarından ne demek istediğini anladım. “Boşver, relaks. Salute!”
Bundan sonra tekrar Barselona mı? “Asla deme asla” derler. Ama kentler de insanlar gibi. İyi gün dostu var, kötü gün dostu var. Para harcar, çok dikkatli olur ve dersinizi önceden çalışırsanız Barselona’ya gitmeyin diyemem. Ama tavsiye de etmem.
Peki bir daha İspanya’ya gitsem nereye giderim?
Galisya!
İçten gelerek ikram edilen bir dijestifin
40 yıllık hatırı var, değil mi?