Vedat Milor

Vedat Milor

Tüm Yazıları

Allah burayı şanslı yaratmış


İlk izlenim çok önemli tabii.
Tatlı dilin yılanı deliğinden çıkaracağı doğru.
Öte yandan güler yüz de insanın içini ısıtıyor, ruhunu okşuyor. Gülümseyen hoş bir bayansa biz erkeklerde kalp çarpıntısı da başlıyor.
Serena hoş bir genç kız. Uzun boylu, ince, zarif. Gözlerinin içinin güldüğünü gözlüklerine rağmen fark ediyorsunuz.
Borgo Egnazio’nun resepsiyonunda çalışıyor. Borgo Egnazio İtalya’nın güneyindeki Puglia bölgesinde, Savelletri di Fassano kıyı kasabasına yakın yerde kurulmuş bir tatil mekanı. Golf, spa, yüzme havuzu, kendi özel plajları... Ne istersen var.
Ama bana göre daha da önemlisi personel kalitesi, genel konfor düzeyi ve estetik.
Personel kalitesi kendini belli ediyor
Personel kalitesi daha otele girdiğiniz anda kendini belli ediyor. Ana binaya yaklaştığınız an arabanızı park etmek için hemen koşuşturuyorlar. Bizim arabadan çıkmamız tabii ki epey zaman alıyor çünkü şoförüm, yani hanım, uzun yolculuk için giydiği rahat ayakkabısını çıkarıp iki gün önce Roma’dan benim ısrarımla aldığı ve gri-mavi elbisesi ile uyumlu uzun topuklu sandaletlerini ayağına geçirmeye çalışıyor.
Sandaletin bağcıklarını bağlamak hüner işi, ancak bayanlar başarabilir. Tabii bu arada arabamızı park edecek yakışıklı İtalyan el işaretleri ile eşime aceleye gerek olmadığını söylemeye çalışıyor ve ağzından yarı İngilizce yarı İtalyanca kelimeler dökülüyor: bella figura, bella piede, biyutuful iskarpina... İltifat yeni pedikürden çıkmış ayağa mı, bütüne mi, sandalete mi... Orası pek belli değil ama güzel şeyler söylendiği belli. GPS’in azizliğine uğrayarak iki saattir köy yollarına dalıp çıkmış ve traktörlerin arkasına dalarak yolu gereksiz uzatmış eşim gevşiyor, rahatlıyor, gülümsüyor.
Kendinizi çimdiklemeniz gerek
Kimseyi rencide etmeden karşi cins ile hafiften flört etmek.
İnce ayar işi bu tabii.
İtalyan insanının ihtisas sahibi olduğu alanlardan biri.
Biz genelde beceremeyiz. Yüzümüze gözümüze bulaştırırız.
Ama turizm açısından işe bakarsak beceremediğimiz daha önemli bir alan var: Otelcilik.
Hadi estetik tarafından vazgeçtik. Estetik işi kültürümüzün parçası değil, diyelim. Ama temiz olmayı, abdest almayı emretmiyor mu dinimiz? Öyleyse neden tuvaletlerimiz bu halde?
Neden tatil yerlerindeki ucube gibi çirkin, ama 4 yıldızlı,
5 yıldızlı otellerimizde iyi havalandırılan ve kullandıktan sonra pis kokmayan tuvaletler yok?
Neden adam gibi duş ve kaygan olmayan küvetler kullanmıyoruz? Neden otel banyolarına doğru dürüst çalışmayan, tıkanan, içine girmek hüner, dışına kafanı kırmadan çıkmak ise mucize gerektiren saçma sapan jakuziler koyuyoruz?
Sonra da otel sahipleri utanmadan sıkılmadan “Bizim ülkemize neden kaliteli turist gelmiyor?” diye sana soruyor.
“Çünkü sende kalite yok arkadaşım...” demek geliyor içinden ama diyemiyorsun tabii.
Bir de Borgo Egnazia’ya bakın.
Kongre fiyatı olarak bize iki kişi 150 avro altı gelen otele ve odamıza bir bakalım.
İç mimari. Dış mimari. Estetik.
İnsan bunun üzerine 10 saat konuşur.
Kompleks tamamen Norman ve Arap mimarisinin bir sentezi. Otelin her yerinde yörenin mermer benzeri ve “chianca di ostuni” denen blok taşları kullanılmış. Bej, grimsi ve koyu beyaz renkler kullanılarak nefis ve iç ferahlatıcı bir uyum yaratılmış.
İç mimar Pino Brescia bir dahi olsa gerek. Bezler, halatlar, taştan yontulmuş vazolar ve şamdanlıklar, özel dizayn edilmiş çerçeveler içinde dikenli ağaç dalları ve gene ilginç çerçeveler içinde halat ile bağlanmış Latince yazılmış kitapların ciltsiz nüshaları... Odanızın geniş balkonunda oturup zeytin ağaçları ve turkuvaz rengi denizi seyrederken bunların gerçek olduğunu idrak etmek için kendinizi çimdiklemeniz gerekiyor.
Nemi hissetmemeniz için deniz tuzu
Bir de işin pratik tarafları var.
Şilte ve yastık kalitesi fevkalade. Işıklandırma fevkalade. Lambaların çoğu taştan ve tufadan inşa edilmiş duvardan asılı taş blokların arkasına gizlenmiş. Odada priz sayısı gerektiğinden çok ve hepsi çalışıyor. Havalandırma sistemi merkezi değil. İstediğiniz gibi ayarlıyorsunuz ve gürültü yapmadan çalışıyor. Askı bol. Komodin ve gömme dolaplar üç ay kalsanız bile yeter.
Hanıma göre makyaj aynası o kadar iyi dizayn edilmiş ki sabit olmasına rağmen onun gibi uzun boylu hanımlar eğilip iki büklüm olmadan, eğimi ayarlayarak rahatlıkla makyajlarını yapabiliyorlar. Kullandığınız bornozun bile kemerini incecik deliklerden geçirip bağlamak için uğraşmıyorsunuz. Bildiğim tüm otellerin aksine burada bornozlar yıkandıktan sonra kemerini geçirip yerleştiriyorlar odanıza.
Şu anda bu yazıyı kaleme aldığım Ostuni mermeri çalışma masasının kenarında ve odanın başka yerlerinde özel yontulmuş vazolar içine iri deniz tuzları serpiştirilmiş. Kristal parçaları gibi...
Nedeni sadece estetik değil.
Nemli havada nemi size hissettirmemek için gerekliymiş.
Adamlar demek ki doğal tuzları sadece balık ve etlerde kullanmıyor!
Eh standartlar böyle olunca kültür turizmi de gelişiyor, kongre turizmi de...
Ya gastro-turizm? Onun da gelişmemesi imkansız.
Allah bu bölgeyi şanslı yaratmış. Etler doğal, meyve ve sebzeler hormonsuz, balık desen de her şey var...

Allah burayı şanslı yaratmış


Trani’nin cıvıl cıvıl limanı

Benim bu bölgeye üçüncü ziyaretim. Hanımın bilimsel kongresi iki senede bir ve biz de bu kongreyi kaçırmamaya çalışıyoruz.
6 akşam ve 5 tam günümüz var.
İlk akşamımız Cuma. Benim bölgedeki en sevdiğim kasabalardan olan deniz kıyısındaki Trani’de, San Paolo al Convento otelinde kalıyoruz ilk 2 gece.
Eski bir manastır olan oteldeki odamız daire şeklindeki muhteşem güzel limana bakıyor. Limanın etrafında çirkin yapılaşma ve betonlaşma yok. Empresyonistler geri gelse mutlak resmetmek isteyecekleri bir manzara. Odamız çok yüksek tavanlı, ferah ve geniş. Geceliği 135 Euro.
Liman tıklım tıklım Cuma akşamı. Biz de kendimizi insan selinin içine atıyoruz.
Ne kadar güzel bir kalabalık.
Tek tek insanlardan bahsetmiyorum. Davranış biçimi bahsettiğim. Sahilde halka açık konser de var o akşam. Her kesimden ve yaştan insanı görmek mümkün trafiğe kapalı alanda. Ama özellikle gençler. Kızlar ve erkekler kaynaşmış. Herkes içki içiyor ama kimse yere pet ya da alüminyum şişeleri atmıyor. Tertemiz meydanlar. İtalyanlar grup halinde gezmekten hoşlanıyorlar. Herkes herkesi tanıyor sanki ve etrafta devamlı tokalaşan yanaklarından öpüşen insanlar görüyorsunuz. Ciao... Ciao... sesleri yankılanıyor.
Genç çiftler tabii ki yanaktan öpüşmüyor. Ama kimse kimseye bakmıyor, kimse kimseyi rahatsız etmiyor. Bizde olsa bu tip bir ortamda herhalde bir gecede otuz kavga çıkar, insanlar birbiri ile dalaşmaktan özel zevk alır. Burda birinin ayağına bassan ya da omuzuna çarpsan adam gülümsüyor ve senden özür diliyor.
Kokteylleri çok beğendik
Eski bir kilisenin yanında ve ünlü Trani katedraline bakan bir barda oturuyoruz. Ben margarita ısmarlıyorum. Hanım ise “buranın özel kokteyli ne?” diye soruyor, “Lust and Temptation” cevabı gelince hemen ısmarlıyor.
Şehvet kısmını bilmem ama baştan çıkarıcı olan bence kokteyl değil, garson kız. Dar jean giymiş, ayağinda eski Nike’lar ve üstünde soluk bir t-shirt. Tabii ki sutyene gerek yok. Doğal, sade ve vahşi bir güzelliği var.
İki kokteyl, bir tabak ananas, bir tabak kavun ve büyük San Pellegrino meyve suyu içiyoruz.
Hesap 11.5 avro. 12 bırakıyorum ve garson kız yüz kez teşekkür ediyor.
Hanım kokteylleri çok seviyor. “Yarın gene gelelim” diyor.
Hiç itiraz etmeden kabul ediyorum.
Önümde beş gün daha var (bu yazıyı kaleme aldığım an ise önümde iki gün daha var). Mutluyum. Keyfimi kaçırmamak için beş gün internete girmemeye, gazete okumamaya ve mesajlarıma bakmamaya karar veriyorum.
Puglia’nin tadını çıkaracağım.
Buradaki tatları da isterseniz haftaya sizinle paylaşayım.