Ergenlik çağı birçok anne-babanın ne yapacağını bilemediği, sorunları eski yöntemlerle çözmeye çalışırken çuvalladığı zor bir dönemdir.
Ergenlik ile birlikte bireyde fiziksel ve ruhsal değişiklikler meydana gelmektedir. Ergenin duyguları daha hızlı değişmektedir. Bir şeye sinirliyken birden üzülebilirler. Arkadaş ilişkileri, onay görmek, beğenilmek çoğu şeyin önüne geçer. Ders çalışma alışkanlıkları değişiklikler göstermeye başlar. Bunların arasında bir de ev içerisinde kendi yerini bulmaya ve onu korumaya da çalışırlar. Yani sizin için büyüyen çocuğunuzu tanımak ne kadar zorsa ergenlik dönemindeki çocuğunuz için de hayat bir o kadar zordur.
Aileyi bir sistem olarak ele aldığımız zaman ergenlik dönemi ile birlikte ev içerisinde, aile üyelerinde ve üyelerin aralarındaki ilişkilerde değişiklikler olduğunu görebiliyoruz. Örneğin, ergenin arkadaşlarına verdiği değerin artması, onlarla daha çok vakit geçirme arzusu, kendini beğendirme isteği gibi durumlar ebeveyni kimi zaman üzebiliyor kimi zaman sevindirebiliyor kimi zaman ise sinirlendirebiliyor. Anne ve babası ile dışarı çıkmak yerine arkadaşı ile plan yapmayı tercih ediyor ve bu durum ailenin hafta sonu için
Arkadaşlarımızla buluştuğumuzda hemen elimize telefonumuzu alıyoruz: Acaba mail gelmiş mi? Mesaj gelmiş mi? Son koyduğum fotoğrafı kimler beğenmiş? Telefonumuza baktıktan kısa bir süre sonra tekrar kontrol ediyoruz. Aslında kontrol etmeyebiliriz çünkü o an karşımızda arkadaşlarımız var, asıl konsantrasyonumuzu toplamamız gereken kişiler onlar ama kendimizi telefona bakmaktan alamıyoruz. Sosyal medyada olan herhangi bir şeyi kaçırma ihtimali bile stres seviyemizi arttırabiliyor.
Son dönemde yapılan araştırmalar bir fotoğrafımızın fazla beğeni alması ile beyinimizin ödül kısmı arasında bir bağlantı olduğunu gösteriyor. Fazla beğeni aldığımız zaman beyinimizin bu bölgesinde daha fazla nöron aktivitesi olduğu görülmektedir. Aksi bir durumda yani çok fazla beğeni almadığımızda ise onay görmediğimizi ve bakış açımızın kabul görmediğini düşünüyoruz. Bunların yanısıra sosyal medya aracılığı ile etrafımızdaki insanların ve kendimizin hayatlarını kıyaslayarak mutsuzluğa sürüklenebiliyoruz. Buna ek olarak mutsuzluğa sürüklensekte bir şeyler kaçırmamak uğruna sürekli sosyal medyamızı kontrol ediyoruz. Bir şeyleri kaçırma ihtimali stres seviyemizi arttırabiliyor.
Bir diğer yandan,
Başkalarının düşüncelerini, isteklerini ve hislerini anlayabilme ve değerlendirebilme becerileri normal gelişim gösteren çocuklarda dört yaş civarında oluştuğu düşünülmektedir. Sosyal beceriler artık günümüz toplumunda bir kişinin başarılı ve mutlu olabilmesinde çok önemli sayılmaktadır. Bu sebeple çocuklarımızın empati kurabilmesi yani bir başkasının her hangi bir durumda ne hissedebileceği konusunda beceri sahibi olabilmesi önem taşımaktadır. Peki empati gelişimini nasıl destekleyebiliriz?
1) Kendi duygularını tanıması ve fark etmesi için onunla konuşun: Çocuğunuz okuldan kızgın geldi ancak kızgınlığının sebebini tam olarak kavrayamıyor veya kendini kızgın olmasına rağmen kızgın olarak kendini nitelendirmiyor çünkü kızgınlığın ne olduğunu tam olarak bilemiyor. Bu ve bunun gibi durumlarda çocuğunuzla yapacağınız kısa bir sohbet ile ne hissettiğini ve neden böyle hissettiğini anlaması konusunda yardımcı olabilirsiniz.
2) Başkalarının duyguları hakkında konuşun: Kendimizin ne hissettiği kadar karşımızdakinin ne hissettiğide önemlidir. Çocuğunuzla hem kendi duugularınız hakkında hem de onun arkadaşlarının duyguları hakkında konuşabilirsiniz.
3) Örnek Olun: Akrabalarınızla,
Ufak çocuklar büyürken her gün neyin doğru, neyin yanlış olduğuna dair etik, ahlaki ve vicdani şekilde aileleri tarafından ikaz edilirler ve eğitilirler. Bu ikazlar ailenin değerleri ve görüşleri etrafında şekillenir. Kültürel değerler çocuğu ahlak, vicdan, adalet gibi konularda eğitirken ailenin ana kaynağı olur. Kimi zaman bu değerleri çocuğa aşılamaya çalışırken anne ve baba arasında kişisel farklılıklar meydana gelebilir.
Ahlaki sosyal gelişimde çocuğu etkileyen ve hayat içerisinde davranışlarını belirleyen şeylerden biri de aile içerisindeki kişilerin birbirlerine nasıl davrandığıdır. Bu durum çocuğa sosyal hayat içerisinde nasıl davranacağına ve ilişkiler kuracağına dair örnekler verecektir. Çocuk başkalarına nasıl davranacağını, nasıl adil davranacağını ve ona karşı adil davranılmadığında nasıl tepki vereceğini, doğruyu yanlıştan nasıl ayırabileceğini aile içerisinde aile büyüklerinden öğrenecektir. Hakkını savunabilme, başkasının haklarına saygı gösterebilme gibi erdemleri çocuk, aile büyüklerinden öğrenecektir.
Madem ailenin rolü çocuğun ahlaki gelişiminde bu kadar önemli, çocuklara öğretmemiz gereken şeyleri atlamamamız gerekiyor. Öncelikle çocuğumuza doğru ve
Evlilikle ilgili herkesin bir fikri vardır. Bu fikirleri kök ailemizden alırız. Anne ve babamızın ilişkisinden fikirler alırız ve bu fikirler bize bir evliliğin nasıl olması ve nasıl olmaması gerektiğine dair inançlar oluşturmamıza yardımcı olurlar.
Evlenirken aslında sadece eşimiz ile değil eşimizin ailesi ile de evleniriz. Kısaca koca bir aile ile evlenilir. Evlenmek aynı zamanda eşin anne-babası, kardeşleri, üvey anne- babaları ile de evlenmektir. Bazen keşke evlenmeden önce bunları bilseydim denir. İşte bu durumda evlilik öncesi danışmanlığının önemi bir kez daha gün yüzüne çıkıyor. Yazımın bundan sonraki kısmında Gary Chapman'ın 'Konuşmamız Lazım: Evlenmeden Önce Keşke Bilseydim Diyeceğiniz Şeyler' adlı kitabından alıntılar ile devam edeceğim.
Kitapta eşiniz ailesi ve sizin karşılıklı uzlaşma ve anlayışınız için 5 temel konudan bahsediliyor.
TATİL KONUSU:
Yazar, Noel tatili örneğinden bahsediyor. Tatili aynı şehirde yaşıyorsa her iki tarafında ailesi bir kısmını bir taraf ile diğer kısmını bir başka taraf ile geçirebileceğimiz örneğini veriyor. Bizim kültürümüze ise Şeker ve Kurban Bayramları örneği verilebilir. Özellikle çiftler, ailelerinden başka bir şehirde
2017 yılına girmemize bu kadar az süre kalmışken teknolojiden kaçmamız veya uzak kalabilmemiz mümkün değil ancak kullanımını bizler için daha yararlı hale getirebilmek mümkün. Ufak çocuklu ailelerin çoğunlukla sorunu çocuklarının hemen telefona veya tablete sarılması, çok uzun saatler bilgisayar oyunları ile oynaması ve bunların aile içi tartışmaya sebep olması, çocuğun gündelik hayat rutinini bozması.
Birçok ufak çocuk dokunmatik telefonlar ile vakit geçirmekten artık el işi gerektiren aktiviteleri gerektiği gibi yapabilmekte zorlanmaktadır. Ergenlik çağındaki gençler ise çevrimiçi oyunlar oynamaktan ders çalışmaya vakit ayıramıyorlar. Aynı zamanda gündelik hayatta olup bitenle ilişkilerini devam ettirmekte zorlanıyorlar.
Bilimsel açıdan bakıldığı zaman teknolojik aletlerin ve kullanımlarının birçok etkisi var. Örneğin; uyku saatinden önce ışık veren teknolojik aletlere bakmak (tablet, telefon gibi) melatonin seviyesini düşürüyor ve uykuya geçişi daha zor hale getiriyor (Nordqvist,2012). Bir diğer bilimsel çalışmaya baktığımız zaman ise hafta içi beş saatten fazla çevrimiçi oyun oynamak depresif olma ihtimalini, psikosomatik belirtileri arttırıyor (Hellstrom, Nilsson,
İnsanoğlu mutluluğun ne olduğuna dair fikir üretmeyi Antik Çağ'dan beri sürdürmektedir. Antik dönemlerden günümüze bir çok felsefeci ve bilim adamı fikirler üretirken ulaşılan sonuç bir çok kişinin ve farklı yüzyılların mutluluğa atfettiği anlamın farklı olduğunu göstermektedir. Bu durumda mutluluk değişken bir şey midir? Mutluluğu arayan kişiye veya bilim dalına göre farklılık gösterir mi? Sanıyorum bu soruları daha önce soranlar muhakkak olmuştur.
Psikoloji bilimi açısından bakacak olursak, Psikolog Seligman mutlu olmak için üç yol olduğunu söylemektedir:
1. Keyifli Hayat: Yemek yemek, müzik dinlemek gibi kısa süreli keyif veren zevklerin verdiği mutluluklar.
2. Meşgul Hayat: Yemek yemek ya da müzik dinlemek gibi faaliyetler her ne kadar keyif verse de bunların yanında fiziksel veya entellektüel bir anlamı ve amacı olan bir hayat sürdürülmelidir.
3. Anlamlı Hayat: Aile kuran ve hayırsever kurumlarda yer alan insanlar hayatlarında hedefledikleri amaca daha yakın hissederler.
Seligman'ın önerdiği üç yola göre bir kişinin kısa süreli keyif arayışından ziyade onun için hayatı anlamlı kılan bir amaca yönelmesi ve bu amaca bağlanarak hayatını devam ettirmesi mutlu
Çocuklarda okul korkusu çeşitli sebeplerle ortaya çıkar. Bu korku psikolojik veya bedensel olarak tezahür eder. Okul korkusu anne ve babayı evhamlandırır ve bunun sebeplerini araştırır. Her gün okula gitmeye çalışmak bir kabusa dönüşür. Okul korkusunun sebepleri çocuktan çocuğa farklılık gösterebilir. Aynı korku bile her çocukta farklı bir tutum gerektirebilir.
Çocukta okul korkusunu yaratabilecek sebeplerden biri, çocuğun okul ile ilgili farklı bir beklentiye sahip olmasıdır. Okul açılmadan önce çocuğu okula hazırlamak adına yanlış aktarılan bilgiler çocuğun korkmasına sebep olabilir. Örneğin; öğretmenin çok ödev vereceğine ve ödevleri hiçbir zaman bitiremeyeceğine dair korkutucu hikayeler, okulun cezalandırmaya yönelik bir kurum olduğuna dair yanlış inanışlar verebileceğimiz örneklerden birkaçıdır.
Bir diğer korku yaratan sebep ise okul öncesi dönemde çocuğun öz bakımını ve kendi işini yapmaya alıştırılmamış olmasının çocukta yarattığı kaygıdır. Sorumluluk verilmemiş çocuklar okula ilk başladıklarında zorlanabilirler. Bu da bizi okul öncesi döneminde verilen eğitimin önemine bir kez daha götürmektedir.
Ayrıca bakım veren kişiye, özellikle anneye fazla bağımlı çocuklar okula