Tunca Bengin

Tunca Bengin

tunca.bengin@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Yarın sandık... Kahramanmaraş merkezli depremlerin yarattığı derin acıları, ramazan ayını da kapsayan çok farklı bir seçim süreci yaşadık. Bir yanda hüzün, gözyaşı ve bölgede yaraları sarmak, illeri ayağa kaldırmak için süren yoğun bir faaliyet, diğer yanda ise vaatler ile 5 yıl süreyle ülkeyi kim yönetecek, yönetebilir tartışmaları... Hatta seçimin yapılıp, yapılamayacağı dahi konuşuldu. Dolayısıyla, bu durum partilerin seçim kampanyalarını da etkiledi. Başta iktidar kanadı olmak üzere bütün liderler sürekli bölgeye gidip geldiler, mesajlarını oradan verdiler. Grup, parti toplantılarındaki açıklamalar da hep deprem, afetler üzerine oldu. Bu bağlamda da iktidar kanadı geçmişten örneklerle “Ben iktidarım süresince karşılaştığımız felaketlerde kriz çözme icraatını iyi yaptım, yaraların sarılması için topluma verdiğim sözleri tuttum, yerine getirdim. Yaşadığımız en büyük bu felaketin altından da ben kalkarım, zaten başladım bile” dedi. Muhalefet cenahı da iktidara geldiklerinde sorunları kendisinin çözeceğini, daha iyisini yapacağını iddia etti. Yani bu süreçte siyasette kısır polemikler değil, umut veren, oldukça pozitif bir söylem, üslup daha ön plandaydı. Ancak, bayramın ardından siyasetin genel havasına bakıldığında ise seçimin ana gündem maddesi depremden hafiften sapmalar oldu ve bildik siyasi kısır polemikler ya da koltuk kapma hesapları, manevraları daha çok konuşuldu. Beklentiler, kırgınlıklar, küskünlükler, istifalarla birlikte türbülansa giren siyaset dünyasında kullanılan kaba dil ve üslubun dozajı giderek arttı. Nezaket kayboldu. An itibarıyla da her ittifak, aday ya da partiye “mavi boncuk veren” kamuoyu araştırmalarıyla da herkes şimdiden kazanmış havasında. Elbette siyaset iddia işidir, her politikacı “Ben kazanacağım” der, diyebilir ama itidalli olmak herkesin, özellikle de ülkenin yararına. Hele de keskin, kışkırtıcı açıklamalar, özellikle sosyal medya üzerinden bazı provokatif, manipülatif paylaşımların, ortaya saçılan kaset, şantaj, montaj kumpaslarının da konuşulduğu bir siyasi atmosferde. Dolayısıyla söz de karar da vatandaşın artık! Bu bağlamda da, yarın herkesin sandığa gitmesi kaçınılmaz “vatandaşlık” görevi. Hiç kimsenin “Benim oyum neyi etkileyecek?” deme ya da “sandık küskünlüğü” yapma veya “mazeret” üretme lüksü yok. Gittiğinde de neyi oyladığını ve sonuçlarını düşünerek tercihini yapmak zorunda. Çünkü bir oy her seçimde önemli ama bu kez sonucu ve 85 milyonun kaderini etkileme anlamında gerçekten kritik önemde.

Haberin Devamı

***

Haberin Devamı

Tabii bunun bir de her seçim öncesinde konuşulduğu gibi yine gündeme getirilen sandık güvenliği boyutu var. Malum, bu anlamda oyların çalınma, hile olasılığına dönük iddialar, algı operasyonları da söz konusu. Dolayısıyla, seçmen iradesinin sandığa girdiği gibi yansıması, sonuçlara dönük hiçbir tartışmaya gerekçe üretilmemesi çok önemli. Bunun için de Yüksek Seçim Kurulu’nun aldığı bir dizi önlem var. Buna göre, ilçe seçim kurulları, sandık sonuçları ile taranmış imzalı tutanakları Seçim Bilişim Sistemi SEÇSİS’e yüklendiğinde partiler ve cumhurbaşkanı adayları, SSPS (Sandık Sonuçları Paylaşım Sistemi) üzerinden bu verilere erişebilecek. Yani sayıların tutanaklara doğru girip girmediğini, manipüle olup olmadığını kontrol imkânı var. Bu arada sandık başındaki partili üyeler tarafından alınan ıslak imzalı sandık sonuç tutanağı nüshasıyla YSK verilerinin doğruluğunu da test etmek mümkün. Nitekim bunun için siyasi partiler aralarında avukatların da bulunduğu yüz binlerce kişilik sandık görevlileri ve seçim merkezleri oluşturdu. Bu anlamda bazı STK’lar, gönüllüler de devrede. Yani sonuçların daha sağlıklı, hatasız olması, varsa da itirazlar için birkaç aşamalı bir kontrol mekanizması söz konusu. Elbette sandığa sahip çıkılmasıyla doğru orantılı olarak. Yoksa iş işten geçtikten sonra şöyleydi, böyleydi demenin, toplumu da germenin hiçbir anlamı yok.

Haberin Devamı

***

Kısacası, kazanacağız, kazanıyoruz özgüveniyle havada uçuşan mesajlar, karşılıklı göndermelerle ve de sokağı tetikleyebilecek provokasyon iddialarıyla siyasette tansiyon yüksek. Dolayısıyla, sakinliği korumak, sağduyuyu elden bırakmamak gerekiyor. Çünkü hiçbir siyasetçinin ihtirası, ikbali toplumun huzurundan önde, kıymetli değil. Zaten var olan kutuplaşmayı daha da tetiklemenin hiç kimseye yararı yok. Ötekileştirdiklerimiz ve karşı kutupta olduğunu var saydıklarımızın aynı zamanda kader ortaklarımız olduğunu unutmamak lazım. Herkes aynı toplumun parçası, vatandaşı. Birbirimizin düşüncelerine saygı duyabilmeliyiz, uzlaşma kültürü, konsensüs gibi yaklaşımları egemen kılabilmeliyiz. Sonuçta halkın iradesinin tecelli edeceği bir seçim yaşayacağız. Ertesi günde hepimiz yine aynı mahallelerde oturacağız, aynı mekânlarda dolaşacağız, aynı otobüse, metroya bineceğiz, aynı kişilerle komşuluk, arkadaşlık yapacağız. Kim kazanırsa kazansın, seçilecek isim de hepimizin, ülkemizin Cumhurbaşkanı olacak.