Türkiye ile Rusya’nın Libya’daki ortak ateşkes çağrısının yürürlüğe girmesine saatler kala darbeci milis lideri Hafter’den gelen ret açıklaması üzerine olası gelişmelere değindiğimiz 11 Ocak Cumartesi günkü yazımızda şöyle demiştik:
Ateşkes çağrısının zamanlaması açısından kum saati dolmak üzere. Uygulanıp, uygulanmama konusu ise Hafter’in açıklamaları nedeniyle olumsuz havada. Ancak, olası müdahalelerle her an bunun değişme durumu da söz konusu. Putin bir telefon eder Hafter ile konuşurlar ikna eder veya bizim bilmediğimiz anlamda baskı, tehdit uygular kabul edin diyebilir mesela...
Nitekim öyle de oldu. “Askeri operasyonlara devam edeceğiz” diye “dayı”lanan Hafter’in tavrı, gücü ekranlarda tartışılırken Türkiye yoğun diplomasi trafiğini sürdürdü, mutabakatta belirtilen ateşkes zamanlamasına dakikalar kala da Erdoğan-Putin telefon görüşmesi gerçekleşti. Sonrasında da Putin aradı, Hafter hizaya geldi ya da girdi... Ve Libya’da aylar sonra silahlar sustu...
Yani Türkiye hem sahada hem diplomaside peş peşe yaptığı stratejik hamlelerle Suriye’de olduğu gibi Libya’da da ateşkes kararı verebilecek veya ateşkes çağrısını uygulatabilecek kadar ana aktör olduğunu ortaya koydu. Varlığını, önemini hissettirdi. Hafter güçlerinin Trablus’a kadar gelmesini önleme adına kritik bir adım attı. Bu arada Hafter’in de emrindeki paralı askerlerden farkı olmadığı ve “kuklalığı” da bir kez daha tescillendi... Ancak tüm bunlar Libya’daki iç çatışma bitiyor, bitti anlamına da gelmiyor… Hele de Hafter’e alenen silah veren, finans desteği sağlayan Fransa, Mısır ve Suudi Arabistan başta olmak üzere diğer bazı ülkelerin niyetleri dikkate alındığında... Çünkü bunlar ateşkesin bozulması ve Hafter’in güç kazanması için elinden gelen bütün çabayı sarf edeceklerdir. Türkiye’nin tuttuğu tarafın, cephenin güç kaybetmesi için her türlü kirli adımı atacak, zaman zaman orada bulunan paralı askerler ya da terör örgütlerini kullanacaklardır. Dolayısıyla da Hafter kendisini kollayan ülkelerin özellikle de Fransa ve Mısır’ın gazıyla silaha sarılma ve yeni kazanımlar elde etme çılgınlığına kapılabilir. Bu bağlamda Türkiye’yi sıcak savaşın içine çekmek amacıyla her türlü kirli tezgâh, kara propaganda gibi riskler ya da orada Rusya ile Türkiye’nin arasını bozmak için provokatif eylem olasılıkları da söz konusu...
Peki, tüm bunlar Türkiye’nin kararlı ve dik duruşunu etkiler mi? Dün konuştuğum askeri ve istihbari kaynakların bu konudaki ortak görüşü şuydu:
“Türkiye’nin eli güçlü. Ateş gücü, hava kuvveti ve siyasi üstünlüğüyle bölgede ateşkesi sağlayacak ve Libya’yı Suriye olmaktan, parçalanmaktan kurtaracak bir durumda. Özellikle Almanya’yı da devreye sokuyor. Bu arada Tunus’un ve Cezayir’inde Berlin’deki toplantıya katılmasını istiyor. Dolayısıyla Türkiye çok yönlü bir faaliyet içinde. Hem bölgedeki askerleri eğitiyor, meşru Ulusal Mutabakat Hükümeti’ni destekliyor hem de oraya gerekli yığınağı yaparak olası tehditlere karşı önlem alıyor. Yani hem sahada hem masada yoğun bir çaba sarf ediyor. Türkiye’nin bu faaliyetleri etkili olacaktır, nitekim oluyor da...”
Özetle; geldiğimiz nokta itibarıyla görüntü şu: Türkiye kendisini dışlamak, yasal haklarını gasp etmek niyetiyle “çete” gibi hareket eden tüm ülkelere, Doğu Akdeniz’de ve Libya’da “ben olmadan hiçbir denklem kurulmaz” gerçeğini ve bu konudaki kararlılığını çok net gösterdi, gösteriyor... Aynen Suriye’de olduğu gibi...