Soğuk Savaş sonrası dönemin en ilginç olaylarından birisi NATO’nun genişlemesiydi. Çünkü o sıralar NATO’nun “varlık nedeni”nin yok olduğu ve “düşman” ortadan kalktığına göre, bu ittifaka artık gerek kalmadığı da konuşuluyordu. Ama tam aksi oldu, NATO daha da büyüme kararıyla “açık kapı” politikası uygulamaya başladı. Ve bir zamanlar “düşman” gibi görülen dağılan “Varşova Paktı”nın üyeleri ABD’nin başını çektiği NATO şemsiyesi altına katılmak için sıraya girdiler. Kime karşı? Daha önce birlikte oldukları Rusya’ya. Dolayısıyla o günlerde yapılan yorumlar da “bu ülkeler NATO’yu kendi güvenliklerinin garantisi sayıyorlar” şeklindeydi.
ABD açısından bakıldığında ise anlamı Rusya’nın çevrelenmesi ya da köşeye sıkıştırılmasıydı. Bu bağlamda da gelişen zaman içerisinde ilk etapta Polonya, Macaristan ve Çek Cumhuriyeti olmak üzere birçoğu NATO’ya dahil oldu. NATO’nun 16 olan üye sayısı Varşova Paktı’ndan gelenlerle 30’a çıktı. Bir başka deyişle NATO melezleşerek büyüdü. Giren ülkeler kendilerince oh çekti, ABD’de bu fırsatla Rusya’nın burnunun dibine çöreklendi, silah ve füzelerini yığdı. Bu melezleşme kapsamında Ukrayna, Gürcistan, Moldova ve diğer bazı ülkeler de barış için ortaklık statüsünde üyelik bekliyorlardı.
Dolayısıyla şu an Rusya’ya karşı var olma savaşı veren Ukrayna’nın yalnızlığı, terkedilmişliği NATO’nun gücü ve etkisini de sorgular hale getirdi. Evet müdahale anlamında NATO’nun ünlü 5. maddesi (hepimiz birimiz, birimiz hepimiz) için üyelik şartı malum ama bu değilse de tamamen pasif, sessiz kalma anlamına gelmiyor. En başta da kendi caydırıcılık gücü ve etkisi açısından. Ama ABD ve NATO resmen tam tersini yaptı ve “Kahraman Ukrayna halkının yanındayız” sözleriyle seyretmekle yetindi.
An itibarıyla da ABD, NATO, hatta bir süre önce Ukrayna’ya silah satışını durduran Almanya dahi hava savunma sistemi füze ve silah göndereceğini açıkladı. Yani Rusya’nın daha saldırı hazırlığı döneminde olması gerekenleri yapmaya başladılar. Mesela Putin askerlerini sınıra yığarken ABD’de hava savunma füzeleri Patriotları Kiev’de veya Ukrayna’ya komşu resmen NATO topraklarında konuşlandırsaydı ya da başlangıçta batı ülkeleri İngiltere, Almanya, Fransa gerginlik istemiyoruz diyerek kenara çekilmeseydi Rusya bu kadar gözü kara adımlar atabilir miydi? Zor...O nedenle de bir yanda ABD Başkanı Biden’in “Rusya’nın saldırganlığı NATO’da safları sıklaştırdı, daha da güçlendirdi” sözleri var diğer yanda da “NATO kaybetti, hiçbir şey ifade etmeyen bir pozisyona girdi” gibi paradoksal bir durum söz konusu. Öncelikle de Rusya doğrudan bir NATO üyesine ilişmediği sürece hangi ülkeye dokunursa dokunsun NATO müdahale edemeyecek, etmeyecek bu çıktı ortaya. Rusya’nın radarındaysan ve NATO üyesi değilsen başın belada yani. Rusya sen benim için tehditsin ya da atacağın adım benim çıkarıma ters deyip istediği ülkeye posta koyabilir. Hatta sadece eski Sovyetler Birliği coğrafyasında değil yeni hedefler de seçebilir… Nitekim İsveç ve Finlandiya’nın NATO üyeliği konusunda “Katılımları ülkemizin yanıt vermesini gerektirecek ciddi siyasi-askeri sonuçlara yol açacaktır” tehdidiyle bunu yaptı da...
Yani NATO gecikerek başta kendi caydırıcılığı anlamında stratejik hata yaptı. O nedenle bu konuda sorgulanan bir başka nokta da melezleşen NATO’da ittifakla, oybirliğiyle karar alma sıkıntısı. Özellikle de Rusya’ya karşı… Bu durumda da bir başka seçenek şu olabilirdi:
ABD isteseydi Irak’ta yaptığı gibi NATO içinden ya da dışından birçok ülkenin katılımıyla bir koalisyon gücü oluşturur ve Ukrayna’yı savunabilirdi. Ama ABD bunu da istemedi aksine “yalnız değilsiniz” sözleriyle kışkırttığı Ukrayna’yı ortada bıraktı. Ya da bir başka teze göre; Ukrayna’yı yem olarak kullanıp Rusya’yı batağa çekmek için tuzak kurdu… Ki sahadaki son gelişmeler ve ABD ile NATO’nun şu anki desteği de bu tezi güçlendiren nitelikte... Açıkçası ABD ve NATO baştaki sessiz duruşuyla caydırıcılık anlamında Rusya’ya karşı karizmayı çizdirdi ama önümüzdeki aşamada ne olacağı flu.
Özetle; NATO’nun melezleşmesiyle hem eli zorlaştı hem de oyun değişti...