İranlı rejim muhalifi Habib Farajollah Chaab’ı kaçırıp İran istihbarat örgütü SAVAMA’ya teslim eden uyuşturucu baronu Zindaşti’nin adamlarının yakalanması örtülü faaliyetlerdeki kirli ilişkilerin, bağlantıların hiçbir sınır tanımadığını bir kez daha ortaya koydu. Tabii, İstanbul’daki ajan, casus faaliyetleri ve trafiğini de. Çünkü kritik operasyonla İran istihbaratına bağlı İstanbul’daki hücre de çökertilmiş oldu. Dolayısıyla, akla gelen soruların başında yine İstanbul’da ajanların cirit attığı iddiaları var. Daha önceki Suudi Arabistan Başkonsolosluğu’nda Cemal Kaşıkçı’nın öldürülmesi, birçok gizli servis hesaplaşmaları, infazları ya da ta Osmanlı dönemine uzandığı örneklerde olduğu gibi. Buna istihbaratçıların verdiği yanıt da malum:
İstanbul; Kafkasya, Ortadoğu, Avrupa, Balkanlar, hep sorunlu bölgelerin ortasında ve buralara ilgi duyan istihbarat örgütlerinin ikmal merkezi haline geldi. Bu yeni değil, eskiden beri böyle; ta 100-150 sene öncesine kadar uzanıyor. Önemli olan bunlardan haberdar olmak, kontrol altında tutmak.
Yani İstanbul’da casus, ajan olması vaka-i adiye ama istihbarata karşı koyma ya da kontrespiyonaj faaliyetleri kritik önemde. Dün bu konuları geçmişte kritik görevlerde bulunan eski istihbaratçı Metin Ersöz’e sordum. Öncelikle de İstanbul’da casusların cirit attığı iddialarından başlayarak. Yanıtı şuydu:
“İstanbul’da casus çok ama bunların hedefi direkt Türkiye değil. Daha çok, çalıştıkları ülkelerden gelerek İstanbul’u dinlenme, ikmal yolu olarak kullanıyorlar. Mesela Irak, Suriye, Kafkaslar, Gürcistan, Osetya, Ukrayna’da çalışanların bağlantı noktası İstanbul’dur. Biliyorsunuz, Türkiye’deki 15 askeri üste yaklaşık 10 binin üzerinde Amerikan askeri ve bunlara bağlı askeri istihbarat birimleri var. Bunların çalışma, eğlence ve ikmal alanları da İstanbul’dur. Adam hafta sonu bile olsa kalkıp İstanbul’a gelip iki gün dinlenip kendi çalışma alanına gidebiliyor. Dolayısıyla, hem gizli buluşmalar hem elemanlanma açısından istihbaratçılar için İstanbul verimli bir yer, cennet yani.”
Hangi anlamda?
“İstanbul’da yaşamak öyle bir keyiftir ki bir istihbaratçı için, Taksim’den çıkın, İstiklal Caddesi’nden Galata’ya kadar yürüyün, bir iki tane istihbarat faaliyeti hemen görürsünüz. Oralardaki buluşmaları fark edersiniz. Bu kadar renklidir İstanbul’un casusluk yaşamı. Biraz daha uzaklaşırsanız, mesela Boğaz’da belirli noktalar vardır, oralara giderseniz bu çeşitliliği tekrar yakalarsınız. Yani aktif bir şehirdir İstanbul ama Türk gizli servisi de takip ediyor, kendi zararına dokunmayacaklara göz yumuyor. İkili ilişkileri bozulmasın diye veya karşılıklı mütekabiliyet çerçevesinde bizim oralardaki faaliyetlerimizi koruma adına çeşitli bazı faaliyetler görmezden geliniyor. Bu da istihbarat yöneticisinin inisiyatifinde olan bir şey.”
Yani aslında bilinirler?
“Bilinir. İstanbul çevre ülkelerde çalışan istihbarat mensupları için bir soluk alma yeridir. Adam mesela Kafkaslarda ya da İran’da çalışıyordur hafta sonu İstanbul’a kaçar ve o ülkelere yönelik faaliyetleri de İstanbul’dan yürütür. Türk servisi de bunları izler çünkü burada doğrudan Türkiye’ye yönelik hasmane bir tutum yoktur ve öyle değerlendirilmez. Hele de müttefik bir ülke ise ama onlar da bunu istismar ederler.”
Çok mudur sayıları?
“Rakamsal olarak söylemek zor. Ama Türkiye’deki ABD üsleri, Afganistan’a kadar olan ülkelerde çalışan misyon mensuplarının yani diplomatların veya istihbaratçıların Türkiye’ye gelip ikmal ve bu faaliyetleri yapmaları veya dinlenmeleri bu potansiyeli ortaya koyuyor zaten. Onun için de karşı istihbarat konusunda son 2-3 yıl içerisinde müthiş bir güçlenme oldu. Yeni bina kuruldu, İstanbul’daki kontrol unsurları 3-4 katına çıkarıldı. Yani İstanbul’da yabancı servislerin istihbarat ortamını kırma, önleme yolunda Türk istihbaratının attığı etkin ve olumlu çalışmalar var. Ona rağmen yine de İstanbul kontrol edilmesi çok zor bir yer. Hele de bu kadar çok mültecinin gelmesiyle birlikte...”