Azerbaycan ordusu karşısında bozguna uğrayan Ermenistan’ın bile bile neden çılgınlık yaptığına dönük farklı yorumlar söz konusu. Bir kesim Ermenistan’ın Rusya’nın haberi olmadan bu saldırıyı gerçekleştiremeyeceğini söylüyor. Yani onlara göre, Ermenistan’ı ateşe atan Rusya. Yok, Ermenistan’a asıl gazı Güney Kafkasya’da istikrarsızlık yaratmak isteyen ABD verdi diyenler ise “Ermenistan Cumhurbaşkanı Paşinyan ABD ve Batı yanlısı bir davranış içerisinde. ABD Paşinyan üzerinden kışkırtmalara başvuruyor. Paşinyan, Rusya’yı dinlemiyor” görüşünü savunuyor. Hatta bu nedenle de Rusya’nın Ermenistan’a öfkeli olduğunu, onun için de bir süre daha Ermenistan’ın hırpalanmasını istediğini öne sürüyorlar.
Öyle ya da böyle, şu anda sahada görülen tek bir gerçek var. O da Azerbaycan’ın işgal altındaki topraklarını geri alma kararlılığı ile ordusunun bunu yapmaya yeterli imkân ve kabiliyeti. Nitekim cepheden gelen görüntüler ve Ermenistan ordusunun çaresizliği de bunları doğrular nitelikte. Dolayısıyla, eskileri, Ermenistan’ın 1992 Şubat’ındaki Hocalı katliamından başlayarak yaptığı alçaklıkları ve devreye soktuğu Dağlık Karabağ’ı işgal planını anımsamakta yarar var. Çünkü Azerbaycan o zaman da topraklarını savunma konusunda kararlıydı ama koşullar ve şartlar bugünden çok farklıydı. Özellikle de ülkenin içinde bulunduğu siyasi istikrarsızlık nedeniyle. Başkent Bakü’de darbeler oluyor, bunu fırsat bilen Ermeni çeteciler de Rusya’nın yönlendirmesi ve desteğiyle Azeri yerleşim yerlerine saldırıyordu. Biz de o tarihlerde gazeteci olarak bu sıcak gelişmeleri yerinde izlemiştik. Dolaştığımız Ağdam, Laçin, Fuzuli, Cebrayil, Gubatlı, Şuşa ve diğer yerleşim yerlerinde insanlar yoğun roket, havan saldırıları ve Ermeni çetecilerin estirdiği terör havası nedeniyle tam bir panik içindeydi. Evleri yakılan, kurşunlanan çaresiz insanlar dünyaya seslerini duyuramamaktan yakınıyorlardı. Azeri köylerini basan ve yakıp yıkan Ermeni çeteciler, yaşlı, kadın, çocuk bakmaksızın cinayetlerini sürdürüyorlardı. Bir şekilde canlarını kurtaranların anlattıkları da dehşet vericiydi. Tecavüz, işkence, kulak, parmak kesme, hatta kafa derisi yüzme gibi insanlık dışı her türlü iğrençlik, zorbalık vardı. O nedenle de herkes evini, toprağını terk ederek göçüyordu. Öncelikle kadın ve çocuklarını cepheden uzaklaştırıyorlar, onun için de ellerinde avuçlarında bulunan son paralarını da ateş hattından kaçmak için kamyonlara yatırıyorlardı. Araç bulamayanlar ise hayvanların sırtına yükleyebildiği eşyalarıyla bölgeden ayrılıyordu. Yol boyları, vadiler, tepeler köylülerin kendi olanaklarıyla yaptığı çadırlarla doluydu. Koyununu, keçisini, tavuğunu alan insanlar, birer ikişer gün dağlarda konaklayarak Azerbaycan içlerine doğru kaçıyorlardı. Yaşlı kadınlar gördükleri her Azeri askerine sarılıp “Bizi zulümden kurtarın, evimize dönelim” diyerek ağlıyordu. Askerler de onlara “Topraklarımızı alacağız” sözü veriyordu. Ama Rusya’nın desteğindeki Ermenistan’a karşı silah ve donanım yetersizliği had safhadaydı. Dahası, Ermenistan saflarında Rus ve başka ülkelerden gelen paralı askerler de vardı. İşte 21 Mart 1992’de Karabağ ateş çemberinde başlıklı yazımızda tarihe düştüğümüz notlar:
“Teknik ve donanım yüzünden Ermenilerin karşısında yetersiz kalan Azerilerin en büyük beklentileri Türkiye... Cepheler arası haberleşmenin bile güçlükle gerçekleştirildiği Karabağ’daki ‘gönüllüler ordusu’ Rusların Ermenilerin safında kendilerine ateş açtığını söylüyorlar. Azeriler, Ermeni çetelerle birlikte başka ülkelerden gelen paralı askerlere karşı da mücadele ettiklerini anlatıyorlar. Sovyetler Birliği döneminde asker olarak orduya alınan başta Azerbaycanlılar olmak üzere tüm Türklerin iki yıl boyunca silahsız askerlik yaptıklarını anlatan gönüllüler ‘Biz silahı ilk kez şimdi tanıyoruz. Bize askerdeyken yıllarca kartof (patates) soydurdular. Hep geri hizmetlerde çalıştık. Silahlarla ilgilenenler ise sadece Ruslardı’ diyorlar. Ağdam ve Şuşa’da ise el bombaları el altından parayla satılıyor. Bir el bombası 250 rubleden alıcı buluyor. Rus askerleri ve zırhlı araçları ise para karşılığı Azeri ve Ermeni güçlerine hizmet veriyorlar.”
O günlerdeki yokluklardan, geliyoruz bugünlere... Şimdi SİHA’lar, modern savunma ve taarruz sistemleriyle donanımlı kara, hava, deniz kuvvetleriyle daha da güçlenen bambaşka bir Azerbaycan ordusu var artık. O nedenle de temmuz ayında Tovuz’a yönelik saldırıdan sonraki “Ermenistan ateşle oynuyor” başlıklı yazımızda (18 Temmuz 2020) şöyle demiştik:
“Son saldırısıyla hukuku hiçe sayma ve sivilleri hedef alma alçaklığından vazgeçmediğini bir kez daha gösteren Ermenistan yine boyunu aşan işler yapıyor ama bu kez gerçekten ateşle oynuyor. Çünkü Azerbaycan hem askeri hem de ekonomik anlamda 28 yıl öncesinden çok daha güçlü ve işgal altındaki topraklarını kurtarma konusunda son derece kararlı. Nitekim Cumhurbaşkanı İlham Aliyev, ‘Gerekirse Ermeni işgali altındaki Dağlık Karabağ’ı askeri güçle geri alacağız’ sözünü defalarca yineledi. Dolayısıyla, 3 milyonluk Ermenistan’ın saldırganlığı Azerbaycan için sinek vızıltısı, dahası Ermenistan’ın o çok güvendiği dağlar, Rusya, Fransa falan da hikâye. Düşünmesi gereken artık Ermenistan...”
Şu an gelinen nokta ise tek cümleyle şu:
Ermenistan ettiğini buluyor.
Yani Karabağ’da artık hesap vakti...