İnsanın söylemeye dili varmıyor ama yaşadığımız bu felaket korkulan İstanbul depreminin sanki bir provası maalesef...Hem göçen bina ve yıkımın boyutu hem de felaket sonrasındaki müdahalenin yetersizliği ve çaresizlik anlamında. Malum o bölge için öngörülenin aksine yaşanan sıra dışı felaketle, komşu ilden destek ve yardım stratejisi de çöktü. Deprem birbirine komşu 10 ili birden vurunca hiçbiri, diğerinin yardımına gidemedi...Bırak ili depremde en ağır hasar gören illerimizden Hatay’da ilçeden, ilçeye bile yardım ulaşmadı. Her yer çöktü, yollar tıkandı, on binlerce enkaz meydana geldi. Herkes kendi derdiyle baş başa kaldı. Dolayısıyla Allah saklasın ama o korkulan deprem olursa, ki deprem bilimcilere göre olacak İstanbul’un durumunu düşünmek bile istemiyorum. Hele de gidip deprem bölgesi, özellikle de Hatay’daki o vahim manzarayı gördükten sonra… Çünkü Hatay, yoğun yapılaşma ve bina stoğunun kötülüğü anlamında sanki İstanbul’un küçük bir kopyası gibi. İlçeden ilçeye değişen zemin farklılıklarına rağmen iç içe yapılaşma ve yeşil alan bırakmama mantığı daha doğrusu çılgınlığı birbirine benziyor...
Evet İstanbul’u tehdit eden fay hattı daha farklı, arka arkaya gelen 7.7 ve 7.6’lık depremlerde olduğu gibi şehirlerin arasından altından geçmiyor, o nedenle belki bir şans deniliyor ancak nüfus ve bina yoğunluğu dikkate alındığında tehdidin benzerliği hatta daha da vahim olduğu açık. Kahramanmaraş merkezli iki depremde 10 tane ilimiz etkilendi, göçen yıkılan binalarda resmi verilere göre; 40 binden fazla insanımız öldü, İstanbul’da ise tehdit altında olan iç içe geçmiş 29 ilçe var. Bunlarda Adalar, Çatalca ve Şile dışında her biri nüfus ve bina yoğunluğu açısından o illerin birçoğuna yakın, eşdeğer, hatta bazıları da çok daha fazla bile… Yani İstanbul’daki ilçeler içi çe geçmiş vilayetler gibiler aslında. Ve bu ilçelerdeki bina stoğu kalitesi de çok ciddi risk faktörü içeriyor… Elbette İstanbul genelinde kentsel dönüşüm kapsamında yenilenen çok sayıda bina oldu, eskiye oranla aynı yerde değiliz, muhakkak bir şeyler yapıldı ama hala o korkulan depreme dönük en iyimser senaryo bile tüyler ürpertici. 60- 80 bin hatta kimine göre daha fazla bina göçeceği, yassı kadayıf haline geleceği söyleniyor, yani Kahramanmaraş merkezli depremlerde yassı kadayıf olandan daha fazla. Hadi onlardan da vazgeçelim diyelim ki sadece 20 bin bina topun ağzında, patladığı an yok olacak gibi düşünelim, 20 bin bina bu konut değil. Her bir binayı 4 kat varsayarsak 80 bin kat eder. Her bir kata 2 daire koysak o zaman 160 bin daire yapar. Her daireye 4 kişi düşünülse 640 bin insan demek...Enkaz altından hangi biri nasıl kurtarılacak? Kim kimin yardımına gidebilecek? Risk çok büyük ve ürkütücü yani… Ki bu anlamda sinyaller de geldi. Mesela Silivri açıklarında 26 Eylül 2019’da olan 5,8 büyüklüğündeki depremde büyük panik yaşandı, yollar kilitlendi, kimse bir yerden bir yere gidemedi. Depremin verdiği hasar ise sadece birkaç bina yıkımıyla sınırlı kaldı ama yapı sistemimizin temel problemlerinin ortaya çıkmasıyla ilgili bir sürü ipucu verdi… Özellikle de mühendislik yapısı olmadığı bilinen binalarda. Nitekim buna dönük yapılan akademik çalışmalarda da çok sayıda hasar gören binada kırmızı alarm veren tespitler söz konusu. Bu anlamda deprem bilimcileri ve inşaat mühendislerinin kesiştikleri acı gerçekler şöyle:
“Küçücük bir sallantıda yani Kahramanmaraş merkezli felaket ile karşılaştırılamayacak boyuttaki bir depremde de etkilendi, hasar gördü yapılar. Bu taşıyıcı sistemin çok zayıf olduğunun bir kanıtı. Alt katlarda rutubetten kaynaklanan korozyon, kiriş ve kolonlar kırılarak su tesisatı elektik hatları çekilen üzeri sıvayla kapanan ya da kirişin kolonla bağlandığı yerden pis su boruları geçirilen binalar var. Yani birlikte direnmesi gereken kolonla kirişin bağlantıları kesik. Bir defa baştan depreme dayanıklı yapı tasarımını uygulamıyorsunuz demektir bu. Oradaki donatılarınızı kaybettiğiniz zaman o taşıyıcı elemandan hiçbir performans bekleyemezsiniz. O zamanda depremde bina ayakta kalmaz. Birçok ilçede yapı karakteri böyle, çok kötü maalesef.”
Dolayısıyla öncelikle hem İstanbul genelinde yıkılması beklenen 60-80 bin hatta daha fazla yapıyla hem de ülkenin risk altındaki tüm bölgelerinde bu durumdaki binalar konusunda “çok çok hızlı” olarak aksiyon almak gerekiyor. Bununla ilgili olarak da şu an yürürlükte olan 2018 Deprem Yönetmeliği veya 2019 Riskli Yapılar Tespit Yönetmeliği’nde tanımlanmış olan yöntemleri, kuralları uygulamak tabii ki rasyonel ve gerçekçi olabilir. Ancak bunun zaman ekonomisi ve iş ekonomisi açısından düşünüldüğünde bu kadar yapının yıkılıp yeniden yapılmasının çok uzun zamana yayılacağı da bir başka gerçeklik...
Peki bu durumda ne olacak ne yapabiliriz, malum zamanda aleyhe çalışıyor. Onun içinde konunun uzmanlarınca genelde önerilen şu:
Hızlı bina deprem güvenliği belirleme ve güçlendirme yönetmeliği oluşturularak, zaman kaybetmeden uygulamak. Çünkü artık kentsel dönüşümü tamamlamak için çok vaktimiz yok. Bu tabii ki yapılmasın devam edilmesin anlamında değil, yapabilen yapsın malum maliyet nedeniyle karşı çıkanlarda var. Ancak daha hızlı yapılması için de önlemler kaçınılmaz. Bu bağlamda çok riskli olan binalarla ilgili de hızlıca karar verilmesi bunların yıkılmalarının veya can kurtaracak olan hızlı değerlendirme ve güçlendirme yöntemleriyle kazanılması gerekiyor. Özellikle de 4-5 katlı binaların en azından toptan göçmemesi, yassı kadayıf haline gelmemesi için takviye yani...
Açıkçası hep birlikte çalışır doğru kurguyu oluşturabilirsek bundan sonraki depremlerde daha şanslı olabiliriz... Bunun içinde tüm planlarımızı gözden geçirmemiz ama acilen de İstanbul’da ve ülkenin deprem tehdidi altındaki diğer tüm bölgelerinde çürük yapılara dönük hızlandırılmış bir bina güçlendirme seferberliği şart. Yoksa yaşanan bu felaketten, acılardan da ders almazsak yapacak bir şey yok artık...