Tunca Bengin

Tunca Bengin

tunca.bengin@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

İstanbul’da son birkaç gündür yaşanan kar kabusu nedeniyle 1987 kışına dönük atıflar, benzetmeler de pik yaptı. Hatta  neredeyse aynı gibisinden görüşler dahi oldu. Evet kilitlenen yollar, saatlerce mahsur kalan insanların görüntüleri açısından bakıldığında belki böyle denilebilir ama her iki olayın gelişmesi anlamında daha başından farklılık var. Şimdiki günler öncesinden öngörülen, konuşulan, uyarılan, bir durum 35 yıl öncekinde ise habersiz, hazırlıksız yakalanma söz konusu. Çünkü meteorolojik sistemler günümüzdeki kadar gelişmiş değildi. Tahminlerde, uyarılarda hiç olmayan bir hadise gerçekleşmiş 8-9 derecelik sıcaklık beklenirken İstanbul 4 Mart 1987 sabahına karla uyanmıştı. Ve kar yağışı yoğun bir şekilde 10 gün boyunca sürmüştü. Düşen kar miktarı da bugünkünden çok daha fazlaydı. Kentin tamamında da hayat durmuştu. Dolayısıyla 35 sene öncesini ve bugünü yaşayan her İstanbullu gibi biz de anılara daldık. Özellikle de o günden bu yana hem İstanbul’da ve hem yaşamımızdaki değişiklikleri, farklılıkları düşünerek. Mesela o günlerde  Kuzey Marmara ve TEM otoyolları, dolayısıyla son kar kabusundaki en kritik noktalardan Mahmutbey kesimi, falan yoktu. Edirne istikametindeki, hatta Fatih Sultan Mehmet Köprüsü’ne kadar uzanan sağlı sollu mantar gibi biten yüksek katlı yerleşim yerleri ve bugünkü ilçeler de yoktu. Yani bugün 39 olan ilçe sayısı o zamanlar 20’li rakamlardaydı. Anımsıyorum da kentin en ücra köşelerinden biri diye Metris Cezaevi’nin bulunduğu bölgeye fotoğraf çekmeye giderdim. Yine İstanbul’da tüneller, metrobüs, metro falan da yoktu. Toplu ulaşım aracı olarak banliyö treni ve şehir hatları gemileri ile, otobüs, minibüsler vardı. Bilgisayar, cep telefonları ise ancak hayal aşamasındaydı. Doğalgaz bile planlama dönemindeydi. Yani 7 Milyonluk nüfusuyla kent de, yaşanan hava koşulları da bugünkünden çok farklıydı. Bizde böyle bir İstanbul görüntüsünde gerçekleşen 1987 kışında yaşananlarla ilgili izlenimlerimizi 5 Mart 1987 tarihli Milliyet Gazetesi’nde şöyle aktarmıştık:

Haberin Devamı

“İETT otobüsleri ile banliyö trenlerinin çalışmaması sonucu, sabah saatlerinde yüz binlerce İstanbullu, yollarda perişan oldu. Polis otoları, duraklarda bekleyen yolcuları taşıdı. Şehir Hatları İşletmesi’ne bağlı yolcu vapurları sabah gecikmeli olarak sefer yaparken saat 12.00’den sonra yoğun kar yağışının görüş mesafesini azaltması üzerine seferler iptal edildi. Bu arada sabah saat 08.00’den itibaren Boğaz, deniz trafiğine kapatıldı. Kentin iki yakasına ulaşım sadece Boğaziçi Köprüsü ile yapıldı ve köprüde büyük tıkanıklık meydana geldi.İlk ve orta dereceli okullar, tatil edildi.Polis ekip otoları anons ederek duraklardaki öğrencilere kapatılma kararını duyurdular. Özel otomobillerin Kartal ve Silivri’den ileriye gitmeleri yasaklandı, özel araçların trafiğe çıkmaması istendi.Silivri ve Kartal çıkışlarında araçlar bekletildi, uzun kuyruklar oluştu. Haramidere’de 40 kişi kara saplanan araçların içinde mahsur kaldı, Çerkezköy’de kalan trenlerin yolcuları civardaki otellere yerleştirildi. Etiler ve Fatih semtlerinde telefonların çalışmaması sonucu İstanbul itfaiyesinin imdat telefonları kullanılamadı. İtfaiye bu süre içinde polis radyosundan da duyurulan başka telefonları kullandı. Kentin büyük bir bölümünde de elektrik ve su kesintileri meydana geldi.”

Haberin Devamı

İstanbul değişti esaret değişmedi

Haberin Devamı

Yine binbir güçlükle, çoğunu da yürüyerek ulaştığımız bugün gökdelenlerin, lüks konutların bulunduğu Kâğıthane ve Ayazağa’daki gecekondu mahallelerindeki tespitlerimiz (11 Mart 1987)de şöyleydi:

Daracık sokakları, çatılarıyla toprağı birleştiren karla kaplı kenar mahalleleriyle İstanbul’un gecekonduları Doğu Anadolu’nun köylerini aratmıyor. Atla ya da köpekle çekilen kızak yok ama, insana da rastlamak hayli güç. Ekmek almaya koşuşturan tek tük insanlar ya da köpekler karla kaplı zemindeki değişik tek görüntüler...Bir haftadır gecekondusunda mahsur kalan fabrika işçisi Selahattin Yılmaz’ı dinliyoruz:

“Evden burnumuzu dışarı çıkaramıyoruz. İşe gidemediğimiz için maaş yok... Odun-kömür bitti bitecek. Tüpgaz, su bir haftadır yok. Elektrikler ara sıra uğruyor. Ekmek ancak Kâğıthane’nin merkezinde var. Tipi, fırtına dindikçe ekmek almaya gidebiliyoruz.”

***

Şimdi de 35 yıl sonraki İstanbul;

Bu kez yaşananlar sürpriz değildi, hatta  meteoroloji günlerce öncesinden nokta ve saat olarak uyardı. Ama zamanında önlem alınmaması nedeniyle, toplu taşımaya yönlendirilen megakent sakinleri ana arterlere ulaşmak için yürüdü. Vardığında ise binebilmek icin saatlerce bekledi. Metrobüs seferleri aksadı, duraklardaki insan kalabalığı yollara taştı. Birçok tramvay ve otobüs seferleri iptal edildi. Dolayısıyla toplu taşımada büyük bir çile ve çaresizlik vardı. Aynı durum tuzlama ve kar küreme çalışmaları için de geçerliydi. Kapanan yollara, müdahale gecikti ya da hiç edilemedi ve insanlar ana arterlerde mahsur kaldı, otoyollar otoparka dönüştü. Yüzbinlerce İstanbullu evine dönemedi. Yani,aradan geçen onca zamanda İstanbul yeni ilçeler,semtler, gecekonduların yerine dikilen gökdelenler,yollar, köprü ve geçitlerle çok farklılaştı, özellikle telekomünikasyon anlamında çağa ayak uyduruldu, karla ve buzla mücadele konusunda da dünyanının sayılı filolarından birine sahip hale geldi ama kent yine bir kar yağışına teslim oldu. Daha doğrusu son karda İstanbul Büyükşehir Belediyesi çok başarısız bir sınav verdi. Belediye Başkanı İmamoğlu’da iyi sınav vermeyenlerin başındaydı. Özellikle de kötü hava koşullarında millet can derdindeyken, binlerce insan yolda kalmışken, yollar kapalıyken,sahada olmak yerine kendi anlatımıyla bir saatlik dediği boğazdaki yemek molası nedeniyle...Kısacası İstanbul değişti ama esaret değişmedi...Değişmesi zor da çünkü bir de görev sorumluğu kimde ya da sorumsuzluk ve beceriksizliğe odaklı sığ siyasi polemikler söz konusu. Yani İstanbul’un esareti, çekilen eziyet, çile kimsenin umurunda falan değil. Hatta yakınan suçlanıyor bile...