ABD, bugüne dek dünyanın birçok ülkesini demokrasi götürüyorum diye kan ve gözyaşına boğdu, hâlâ da aynı kafada. Bu müdahalelerde de Amerikan gizli servisi CIA’nın rolü ve askeri darbeler, siyasi suikastlar, şantaj-propaganda gibi yöntemlerle ülkelerin dinamiklerini nasıl kışkırtıp, tetiklediği bilinen gerçek. ABD’nin en büyük soruşturma ve güvenlik kuruluşu FBI’ın da (Federal Soruşturma Bürosu) ülke içindeki her türlü hareketlenme, olası dalgalanmalara karşı ne kadar hassas olduğu, hatta daha önce hakkında açtıkları soruşturma nedeniyle Trump’a karşı duyarlılıkları da malum. ABD Ulusal Güvenlik Ajansı (NSA) eski çalışanı Edward Snowden’ın “NSA’nın Amerikan internet şirketlerinin topladığı tüm özel iletişim verilerine erişebildiği ve yabancı ülke vatandaşlarına ait tüm internet yazışmalarının mahkeme izni olmaksızın bilgi toplamak için kullanılabildiğine” dönük ifşaatlarını ise bilmeyen yok. Öyle ki Snowden’ın yayımladığı örgüt içi belgeler, Amerikan istihbaratının Almanya Başbakanı Angela Merkel’in telefonunu dahi dinlediğini açığa çıkarmış ve bu olay iki müttefik ülke arasında krize bile sebep olmuştu. Dolayısıyla da kafa karıştıran ve tartışılan nokta, soru şu:
Ülkesinde ve dünya genelinde her türlü dinleme, istihbarat faaliyetleri yürüten, dünyanın her köşesini pervasızca manipüle eden ve bu yolda eli kanlı terör örgütleriyle dahi iş birliğinden çekinmeyen ABD kendi ülkesindekileri neden öngöremedi ya da engelleyemedi? Hele de günlerdir 6 Ocak hesap görme tarihi diye konuşulurken ve sosyal medya üzerinden gerçekleştirilen iletişim trafiği bu kadar aleniyken. Soruya eski Washington Büyükelçisi Namık Tan yanıt veriyor:
“Bir kere bunlara mantıklı bir izahat getirmek mümkün değil ama şöyle anlatayım. Ben SSCB’de görev yaparken, orada muazzam bir parti diktası vardı, herkes o parti ne derse onu yapardı. Polislere ağzınızı açmak, soru sormak mümkün değildi hiçbir şekilde. Biz diplomatlar olarak büyük ölçüde dokunulmazlığa sahip olduğumuz için polislere tepki gösterdiğimizde hiçbir şey yapamazlar, sadece donakalıp bakarlardı. Yapamayacaklarından değil aslında yaparlar ama hayatlarında hiç kimse kendilerine böyle bir tepki göstermemiş yani ona karşı nasıl bir reaksiyon gösterilir bilmiyorlar. Bunu niye anlattım? ABD’de bu işlerin 200 küsur yıllık bir demokraside bu noktalara varabileceğine kimse ihtimal vermedi, yoksa herkesin gözü önünde cereyan ediyor. ABD son derece şeffaf bir ülkedir, halkta demokrasi kültürünün yerleştiği konusunda ciddi bir kanaat oluşmuştur, en azından ben böyle varsayıyorum. Ve bu işlerin buralara kadar gideceğine kimse ihtimal vermedi, yani sokakta biraz bağırıp çağıracaklar sanıldı. ABD’de sokakta bağırıp çağırmak hatta başkana hakaret edebilmek de mümkündür. Ki ben bunu yaşadım defalarca. Gözümün önünde Clinton’a ‘Asker kaçağı, alçak’ diye bağıran insanların yanında polisler vardı, kimse ağzını açıp bir şey yapmadı o adamlara. Dolayısıyla, demek istediğim, ABD tarihi boyunca belki özellikle yakın tarihinde asla tasavvur edemeyeceği bir olayla karşılaştı ve buna karşı bir refleksi yoktu, yapamadı. Yani daha önceden, olmayacak nasıl olsa böyle şeyler diye düşünerek yapıldı.”
Dünyanın her köşesine kadar refleks geliştiren ABD’nin kendi içinde bu gibi bir duruma karşı refleksi yok yani?
“Evet, doğru. Çünkü mesela bir sürü garip yönetimli ülkeler var. Onlarla ilgili ‘zaten onlar demokrat değil, özgürlükçü değil, bunları nasılsa yapacaklar, yaparlar’ diye varsayım var ama biz hiçbir zaman öyle bir şey yapmayız, yapamayız, böyle bir şey olmaz bizde, bizim başkanımız böyle bir şey yapmaz gibi birtakım olgular oluşmuş kafalarında yıllar boyu. 200 yıldan bahsediyoruz. Kendi sistemiyle ilgili en ufak bir şey düşünmemiş, böyle bir durumda ne yapacağına dair refleks geliştirememiş, bu kadar basit yani.”
Peki ya bundan sonrası? Ne yapar ABD?
Daha önce de birtakım yerel huzursuzluklar nedeniyle sokağa çıkma yasakları uygulandığını ama böyle demokrasiyi tehdit eden bir olay yaşanmadığını belirten emekli büyükelçi Tan devam ediyor:
“Benim gördüğüm, yaşadığım, bildiğim, ABD buna benzer sıkıntılar atlatmıştır ama bundan sonra hep kendini sorgulayıp, bundan bir ders çıkarmıştır. Bundan da bir ders çıkaracaklarına inanıyorum. Özellikle Biden dönemi bir nevi fırsattır ABD için, dünya için de böyle. Eğer ABD kendine bir çekidüzen verip, bu sistemini sorgulamazsa, yani böyle daha adil, eşitlikçi, kendi içerisinde de aynı şekilde bir düzene kavuşturmazsa, daha totaliter, baskıcı rejim anlayışını terk etmezse, hem kendisi yok olur hem dünya çok kötü sallanır. Ben zannetmiyorum ABD’nin buna müsaade edeceğini, Biden döneminde gereken dersleri çıkartıp birtakım belki değişiklikler yapmak, önlemler almak suretiyle bir daha bunların yaşanmasına izin vermeyeceklerdir.”
Yok olur derken, iç savaş, bölünme iddiaları anlamında mı?
“İç savaş falan şu anda hâlâ ekstrem şeyler gibi görünüyor ama ABD’de kutuplaşmayı derhal sona erdirmek lazım. Onu yapamazlarsa, ABD için hiç iyi olmaz; o yol açılır yavaş yavaş. Yani bu hadiseler ona gidebilir. Mesela Kaliforniya diyebilir ki ‘Ben bu birliğin içinde değilim. Dünyanın 194. devletiyim.’ O zaman ne olacak? Ya da ayakta kendi başına duramayacak, zorlanacak bazı eyaletler de var, onlar kimle bir olacak falan. Yani büyük bir kaos çıkabilir bunun sonucu. Bu mutlaka çıkar demiyorum. Ben iyimserim, ABD kendi yaptığından ders alır. Ve hesabı da mutlak sorulur. Bakın göreceksiniz, birlikte yaşayacağız ben bunu Trump’ın yanına bırakacaklarını hiç zannetmiyorum. Bırakamazlar çünkü eğer bir ABD Başkanı bunlara tevessül edip, cezasız kalıyorsa bunun da bir sonucu olur ileride. Bundan asıp, kesmek şeklinde değil ama ‘Sen bunu nasıl yaparsın, nasıl milleti tahrik edersin’ diye mutlaka hesap soracaklardır...”