Tunca Bengin

Tunca Bengin

tunca.bengin@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Kahramanmaraş merkezli depremlerdeki kahreden manzara ve buna dönük günlerdir süren akademik tartışmaların özeti şu maalesef:

Deprem bir doğa olayı ama onu afete çeviren biz insanlarız aslında.

Çünkü 500’den fazla aktif fayın olduğu, 81 ilin 68’inden bir şekilde aktif fay geçtiği bir ülkede normalde ne yapılır? Riskin büyüklüğü, nasıl azaltılacağı, binaların güvenliği, alınacak önlemler, deprem anında yapılacaklar, destek olanakları araştırılıp öğrenilir ve herkes evlerinde gönül rahatlığıyla uyur. Ki bu anlamda 20 bine yakın insanımızı yitirdiğimiz 1999 depreminden sonra da epey bir konuşup, tartışmış, “Hiçbir şey eskisi gibi olmayacak” diye söz de vermiştik. Bu bağlamda da evet, eskiye oranla aynı yerde değiliz, muhakkak bir şeyler yapıldı ama yapılması gerekenlerin yanında yaptıklarımız çok fazla değil. Mesela depremde yıkılmayan, göçmeyen binalar yapmak, riski azaltmak için yapılacak olanlar yönetmeliklerle belirlenmiş durumda. Hatta deprem mühendislerine göre, bırak 2018 ve 2019’daki son yönetmelikleri, 1975 yönetmeliğinde öngörülenler harfiyen uygulanmış olsa dahi bina yassı kadayıf haline gelmez, ağır hasar görebilir ama insanlar canlı çıkar. Ancak eskisi yenisiyle, yapılan hepsinin yıkıldığı acı gerçekler de ortada. Niyesi de malum. Türkiye’nin yönetmelik sorunu yok ama uygulama sorunu, kişilik sorunu var. Çalma, bir şeyleri eksik yapma, kontrol etmeme ya da denetlemeyeni denetlememe gibi. Açıkçası, kolektif bir suç ve sorumsuzluk durumu söz konusu. Dolayısıyla, bir yandan deprem bölgesindeki illerimizi yeniden ayağa kaldırma çalışmaları sürerken, kentsel dönüşümün daha hızlı yapılması ve afete müdahale planlarının revize edilmesine dönük yoğun bir faaliyet de söz konusu. Bu bağlamda da dün Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın başkanlığında Türkiye Ulusal Risk Kalkanı Modeli’nin ilk toplantısı yapıldı. Önceki gün de İBB Başkanı İmamoğlu “İstanbul Deprem Seferberlik Planı”nı anlattı. Yani bir kez daha “Hiçbir şey eskisi gibi olmayacak” noktasındayız! Umarız bu sefer olur ve aynı acılar bir daha yaşanmaz.

Haberin Devamı

Dayanışma muhteşem, sıra toplumsal duyarlılıkta

Haberin Devamı

Tabii bunun gerçekleşebilmesi için vatandaşa düşen sorumluluklar, görevler de var. Şöyle ki 1999’dan bu yana 24 senedir sadece her sallantıdan sonra depremi konuştuk, konuşuyoruz. Fayların adlarını, yerlerini, boylarını, deprem üretme özelliklerini, doğrultu ya da yatay atımlı olup olmadıklarını dahi hepimiz ezberledik. Bir başka deyişle, herkes deprem uzmanı oldu ama evde, iş yerinde binaların sağlamlığını önemsemedi, hiç kimse konutunda en basit önlemleri dahi almadı. Binası için “İyi görünüyor” diyene inandı ya da “Çürük” diyene kızıp “İyi” diyeni buldu. En basitinden, evlerinde tehlike yaratacak eşyaların sabitlenmesi uyarısını dahi önemsemedi.Deprem anında neler yapılması gerektiğini ise hiç bilmiyor. Mesela İstanbul’da 1 milyon 200 bin bina var. En iyimser senaryo bile ilk anda 100 bin civarında binanın göçeceğini öngörüyor. Allah saklasın, korkulan o deprem olduğunda yaşadığımız son felakette olduğu gibi kim, nereye, nasıl yetecek, yetişecek? Bu durumda da defalarca vurgulanan ve İBB’nin son açıkladığı İstanbul seferberlik planında da yer alan mahalle örgütlenmeleri ile arama-kurtarma çalışmalarında kullanılmak üzere açık alanlara sessiz jeneratörler yerleştirilmesi, yanlarında da ekipler için gerekli hilti, demir kesme makasları gibi mekanik aletlerin konumlandırılması gerçekten kritik önemde. Ancak endişelenmemek de elde değil. Zira 1999 depreminin ardından 2000’li yılların başında İstanbul Valiliği Afet Yönetim Merkezi tarafından 762 mahalle ve 173 köye turuncu renkli yaklaşık 2 bin 900 konteyner konulmuştu. İçinde de jeneratörler, kesme, delme aletleri, ilk yardım malzemeleri gibi arama kurtarma için kullanılacak her türlü malzeme bulunuyordu. Bu iyi başlayan bir olaydı fakat daha sonra bu konteynerler, içindeki malzemeler çalınmaya başladı, kullanılamaz hale geldi. Bir kısmını da Valilik kaldırdı daha sonra.

Haberin Devamı

Kısacası, dememiz o ki Türkiye’de deprem sorununun nasıl çözümleneceği kadar, neden kolay kolay çözümlenemediğine odaklanmak da gerekiyor. “Halk neden afet eğitimine, afete hazırlıkta duyarsız davranıyor?” gibi. Maalesef bu da sosyologların, psikologların oturup incelemesi gereken bir durum aynı zamanda!.. Çünkü aynı kahreden manzarayı yaşamamak için felaketler sonrasında gösterdiğimiz muhteşem toplumsal dayanışma örneklerini toplumsal duyarlılık konusunda da göstermemiz şart.