31 Mart’a dönük kam-panya stratejisini “polemikten kaçınan toplumda siyasi kutuplaşmayı engellemek için birlik, beraberlik ve huzur söylemi” diye açıklayan CHP’nin güven sorununu aşmak ya da sokağı inandırmak noktasında öncelikle bu sözlerin gerçekliğini parti içinde kanıtlaması gerekiyor. Çünkü CHP’nin bugünkü görüntüsüne bakıldığında, değil birlik ve huzur, tam aksine, 10 Aralık Hareketi başta olmak üzere, şucu bucu diye birkaç tarafa çekilen parçalı ve kırgın-küskünlerle dolu bir durum söz konusu. Yani 31 Mart’ta seçmene bahar havası vaat eden CHP’nin kendi içinde fırtınalar kopuyor, istifalar yaşanıyor. Evet, eskiden de böyleydi ve bu bir anlamda CHP’nin kronikleşmiş sorunu denilebilir, ancak hizipleşmenin bu kadar aleni ya da göze sokarcasına yapılması pek fazla bildik durum değildi. Dahası, partinin kendisiyle çelişen örnekler de yoktu. Şöyle ki Kılıçdaroğlu hemen her yerde belediye hizmetlerinde CHP’li başkanların başarısından söz etmesine ve o başkanların önemli bir bölümünün, Ekim 2018’de Sosyal Demokrat Belediyeler Derneği (SODEM) tarafından ödüllendirilmelerine, hatta ödülleri kendisinin vermesine rağmen aday göstermedi. Bunda da gerekçe daha çok genel başkanlık koltuğuna talip olan İnce’nin yanında yer almalarıydı. Örneğin Altunok Öz (Kartal), Aykurt Nuhoğlu (Kadıköy), Mehmet Siyam Kesimoğlu (Kırklareli) gibi. Bunlara karşı Kartal’daki 11 kurultay delegesinden, yaşanan imza sürecinde İnce’ye destek vermeyen tek kişi olan Gökhan Yüksel ise belediye başkan adayı gösterildi. Kadıköy’e aday gösterilen ama bir oy nedeniyle durumu tartışmalı hale gelen Şerdil Dara Odabaşı’nın da Genel Başkan Yardımcısı Oğuz Kaan Salıcı kontenjanından atandığı, diğer ilçelerdeki adayların da ikişer üçer öteki genel başkan yardımcıları arasında pay edildiği de malum. İşte tüm bunlar da partideki kurmay heyetinin sandığa ve seçmene odaklanmaktan çok kurultay ve delege hesabına göre pozisyon alma durumunda olduğunu gösteriyor. Dolayısıyla da birçok partilinin de dillendirdiği üzere an itibarıyla yaşananlar, yaşanacaklar açısından daha işin başlangıcı. Yani CHP’de işler karışık. Dün bu durumu 1970’li yıllarda CHP’yi iktidara taşıyan hareketin öncülerinden Ali Topuz’a sordum. Öncelikle de aday tespit sürecinde yaşanan kırgınlık ve küskünlükleri. Yanıtı şuydu:
“Vasıfsızlığın yüzlerinden akmasıdır. Partide ciddi bir genel merkez olmadığını gösteriyor. Öyle bir noktaya geldi ki Türkiye’de CHP açısından en güçlü olan İzmir’i birbirine soktular. Burada samimi partilileri birbirine düşürdüler. Kocaoğlu gibi bir belediye başkanını yerlerde süründürdüler. Öteki adaylar da temiz çocuklar, hangisi seçilse bu işi başarabilecek yetenekte, nitelikte ama onları da bu süre içerisinde rakip konumunda tuttular, ister istemez onlar da birbirinin gönlünü acıttı. Yani sorun olmayan yerde örgütün içinde sorun yarattılar. O bakımdan yönetim çok kötü bir not aldı.”
Peki ya İstanbul İl Başkanı’nın istifası ve 7 saat sonra geri alması?
“Demek ki o arada onu tatmin eden bir şey oldu. Pazarlıkçı siyaset anlayışında ancak olur böyle şeyler. Ataşehir’e karşı tavır koydu, iyi yaptı, dediğini yapmadılar, istifa etti. Ama kim bilir ne taviz aldı ve istifasını geri çekti. İlkesizliktir bu. Yakıştıramıyorum. CHP’nin İstanbul İl Başkanlığı, genel başkandan sonra gelen önemli görevlerden birisidir. Yani genel merkezdeki pek çok yetkiliden daha önemlidir. İstanbul 10-12 milyon seçmeni olan, 20 küsur Avrupa ülkesinden büyük bir yer; o nedenle il başkanlığına gelecek kişilerin her bakımdan donanımlı, zamanında hareket etmesini bilen, olayları bütün yönleriyle değerlendirmedikçe de bir karara varmaması gereken insanlar olması lazım. Ne yazık ki o kalitede insanlar gelmedi bu son yıllarda...”