29 Ağustos 1922... Büyük Taarruz’un dördüncü günündeki hedef, Yunan ordusunun içinde bulunduğu kapanı daraltarak çekilme yollarını kesmekti. 26 Ağustos’ta şafak vakti başlayan taarruza direnemeyen ve 27-28 Ağustos’ta dağınık bir şekilde geri çekilmeye devam eden Yunan ordusunun Sincanlı ovasında bir direniş yapabiliriz ümidiyle toplanma çabaları olmuş, fakat burada da başarılı olamayınca Dumlupınar, Uşak istikametinde geri çekilmeye devam ediyorlardı. Onlar geri çekilirken de Türk ordusu bir kuşatma harekâtı içinde güneyden birinci ordu yani esas saldırıyı yapan kuvvet, kuzeyden de 2. ordu çevirme yapıyor, süvari birlikleri de Yunan cephesinin arkasından kuşatmaya destek veriyordu. Yani 98 yıl öncesinin 29 Ağustos’unda vatanımızdaki manzara buydu. O gün iki cephe hattında yaşananları da merhum Turgut Özakman “Şu Çılgın Türkler” kitabında anlatıyor:
“29 Ağustos sabahı İzzettin Bey kolordusunun bütün tümenleri Frangos kuvvetlerini yakalamak için harekete hazırlanıyorlardı.
Hava rüzgârlıydı.
15.Tümen 56. Alayı da yürüyüşe geçmek üzereydi. Ama dişsiz, buruşuk yüzlü, şirin bir yaşlı kadın Alay Komutanı Fehmi Bey’in eline yapışmış, bırakmıyordu. Çevrede alayı uğurlamaya gelmiş kadın, erkek yüzlerce köylü vardı. Sıraya girmiş, askere hâlâ börek, meyve, pestil ikram etmeye, haşlanmış yumurta vermeye çalışıyorlardı. Bazı çocuklar askerlerin kucağına tırmanmışlardı. Ortalık bayram yerine benziyordu.
‘Anam izin ver de yola çıkalım.’
‘Yoo, valla bırakmam.’
‘Geç kalıyoruz. Yolumuz uzun.’
‘Biz sizi üç yıl bekledik. Şimdi biraz da siz bekleyin. Daha diyeceğim var. Ben Üsküplüyüm. Ay yıldız Üsküp’ten ayrılınca onun peşine düştüm. Göçmenin derdi, bayrağının altında ölmektir oğul. Beş kere göç ettim. O nereye, ben oraya. Sonunda Anadolu’ya geldik. Ama düşman buraya da yetişti. Al sancak orduyla birlikte Ankara’ya gitti. Mecalim yok ki yine peşine düşeyim. O dönene kadar ölmemeye ahdettim. Ahdimi de tuttum. Ordu da döndü. O da döndü.’
Fehmi Bey’in yüreği köpürdü:
‘Biraz bizimle birlikte yürüyebilir misin?’
‘Yürürüm.’
***
“Dumlupınar yönünden savaş uğultusu yansıyor, aydınlatma fişekleri çakıyor ama bir haber gelmiyordu. Gece yarısına doğru bir otomobilin Hamur’daki Trikopis’in karargâhına yaklaştığı görüldü. Subaylar heyecanla koşuşturdular. Komutanların çevresini sardılar. Gelen Gardikas’ın yolladığı bir subaydı.
Bayılacak kadar yorgundu:
‘Generalim, Dumlupınar’a 3 km kadar yaklaşmıştık. Fakat Türkler önümüzü kesti. Çok çabaladık. Yolu açmayı başaramadık. Savaşmayı sürdürüyoruz ama Albay Gardikas sonuç alacağımızı hiç sanmıyor, Türkler çok sert.’
Ümitsizlik iniltileri duyuldu. Bir subay ‘İki gündür açız” diye çığlık attı, ‘...cephane de bitiyor.’
Bir başka subay öne çıktı:
‘Biz savaştıkça Türkler sertleşiyor. Yarın daha da sert olacaktır. Teslim olma vakti geldi komutanım.’
Yakarışlar yükseldi:
‘Teslim olalım!’
‘Lütfen!’
‘Durdurun artık bu savaşı, İsa aşkına.’
12. Tümen Kurmay Başkanı Yarbay Saketas öne gelmişti:
‘Susun korkaklar! Susun ve beni dinleyin!’
Subaylarla askerlerin üzerine yürüdü. Yarbay Saketas yürüdükçe subay ve askerler açılıp yol veriyorlardı.”
***
Bir tarafta kadın, çoluk çocuk bayram havasında ölüme gidenler; diğer tarafta korku, panik dalgası içinde teslim olmayı ya da kaçmayı düşünenler. Ertesi gün, yani 30 Ağustos Başkomutanlık Meydan Savaşı’nda Yunanlıların uğradığı bozgun da malum. 26 Ağustos ile 9 Eylül arasındaki iki haftalık sürede 100 binden fazla kayıp verdiler, on binlercesi de yaralandı ve esir alındı. Türk tarafında ise 2 bin 500 civarında şehidimiz, 9 bin 900 de yaralımız var. Kesin zafer sonrası 31 Ağustos günü savaş alanını dolaşan ve mahşer yerini andıran manzara karşısında duygulanan Mustafa Kemal Paşa’nın şu sözleri de yedi düvele, özellikle de Yunanistan’a tam anlamıyla bir ders niteliğinde:
“Bu feci manzara, bütün insanlık için utanç verici bir olaydır. Ama biz vatanımızı korumak için gerekli savunmamızı yaptık. Buna bizi zorladılar...”
Dolayısıyla da, daha bir asır önce tam da bugünlerde Anadolu’yu perişan bir şekilde terk etmek zorunda kalmasına rağmen şimdilerde yine Avrupa’nın arkasına sığınıp Doğu Akdeniz’de, Ege’de şımarıkça davranan ve ağzından savaş tehdidi düşmeyen, dahası, bunu tetikleyecek her türlü provokatif hamleler de yapan Yunanistan’ın tarihi bir daha okumasında ve gerçekleri görmesinde yarar var...