Çok değil daha iki-üç ay önce koronavirüsün pik noktasına odaklı endişeli bir bekleyiş içindeydik, gidişatın İtalya, İspanya olacağını iddia edenler dahi vardı. Neyse ki alınan önlemler ve vatandaşın ağırlıklı uyması nedeniyle hepsi boş çıktı. Hemen sonrasında normale dönüş süreciyle birlikte de “yeni normal” şartlarını tartıştık ve benimsedik. Tabii sözde; çünkü sarılmayı, öpüşmeyi, kucaklaşmayı uzunca bir süre unutma, sosyal mesafeyi koruma duyarlılığı konusunda pek çok sorumsuzluk örnekleri yaşadık, yaşıyoruz. Hem de yasaklara ve cezalara rağmen. Dolayısıyla yapılan maddi-manevi onca fedakârlık boşa gitme anlamında ciddi tehdit altında... Oranlar hala yüksek geliyor, bizde bağışıklık falan da pek olmadı ya da çok düşük. Aşı konusunda henüz ümit olmadığı gibi, virüste mutasyonla zayıflama belirtisi de yok. Hatta tam tersine belki daha sıkıntılı hale geleceğine dönük emareler var. Ve şimdilerde ülkece ve dünya genelinde ikinci dalgayla birlikte tehdidin daha da artma olasılığını konuşuyoruz. Yani bir yanda hala geçerli, hatta ivmesi artma durumu olan bir pandemi, diğer yanda da tüm bu işaretlere rağmen umursamazlık, vurdumduymazlık örnekleri sergilenen garip bir çelişki söz konusu... Dünya Sağlık Örgütü’nde 1998’den üç yıl öncesine kadar salgın hastalıklar ve virüslerle ilgili Tanı, Sınıflandırma ve Değerlendirme Bölüm Başkanlığı (virüsleri isimlendiriyor, tanı kriterlerini belirliyor) görevini yürüten Koç Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Bedirhan Üstün, virüsle mücadeleyi orman yangınını söndürmeye benzeterek, uyarıyor:
“Bir yer söndü ya da kontrol altına alındı diyorsun ama her yeri söndüremezsen başka bir yerden tekrar patlak veriyor, verir. Bu sinsi bir virüs seri katil gibi, gidiyor gizleniyor ondan sonra başka bir yerden çıkıyor. Örneğin Yarın Silivri’den çıkar öbür gün Eceabat’tan çıkar bir sonraki günde Edirne’den veya Bandırma’dan çıkar. Bitmez, kitle, toplum bağışıklığı olmadan bitmez. Bir yerde bitse, bir başka noktadan patlak verir. Virüs öldürücülüğünü falan kaybetmedi, aynı derece öldürücü. Eskiden de bu kadar öldürücüydü şimdi de. Ama biz artık virüse karşı tecrübe kazandık. Dolayısıyla da artık yoğun bakıma yatır hastayı makinaya bağla onlar çok azaldı.”
İkinci dalga geliyor yani?
“İkinci dalganın gelmemesi diye bir şey yok, mümkün değil. Bizim ikinci dalga birinci dalga bitmeden gelecek. Üst üste binecek. Eylül ayında okulların açılmasıyla beraber virüs yoğun bir şekilde yayılmaya başlayacak. Bunu herkes biliyor. Ya okulları hiç açmayacaksın bütün çocuklar evde kalacak ya da millet dediğimiz gibi önlemler alacak onu yaparsak ikinci dalgayı önleriz. Ama ne kadar kaçarsan kaç olacak. Yani kaçabilirsin ama ömür boyu saklanamazsın. Bir yerde herkesin buna bağışıklık geliştirmesi lazım. Bunu da nasıl geliştirebilirsin ya aşıyla ya enfekte olarak”
Aşıyı bulmak hala zor deniliyor?
“Aşıyı bulmak, virüsün üzerindeki anahtarı çözmek, O anahtar çok değişken olabilir, onun vücuttaki karşılığı farklı olabilir. Aşı öyle ha deyince bulunan bir şey değil. Yaklaşık 120 tane değişik virüs var bunların 20 tanesine aşı bulundu. Yani altı virüsün birine aşı bulunuyor. O kadar kolay değil bu iş. Dolayısıyla virüsün yayılma hızını yavaşlatacağız, başka hiçbir çaremiz yok.”
Nasıl?
“Ben Milli Eğitim Bakanı olsam okulları dönüşümlü yaparım. Sınıfları ikiye bölüp mesela A şubesinin yarısı 15 gün öbür yarısı ikinci 15 gün gelsin derim başka çaremiz yok. İşyerleri de öyle. Çalışanların yarısı ayın 1-15’i arası gitsin, ikinci kesimde 16’sı ila 30’u arasında çalışsın. Birinci kısımda kovid geçirenler varsa ikinci kesimde evde olacaklar. Böylelikle en azından yüzde 50 kapasite ile çalışmayı garanti edeceksin. Riski yarıya indireceksin, en basit matematik bunu söylüyor. Yayılma hızında saate 130 kilometreye çıkıyorduk bir ara bunu 50’ye düşürmüştük. Şimdi 90’a çıktı hızımız 130’a, hatta 200’e çıkacak. Onun için şu anda en azından frene basıp bunu yarıya indirmek gerekiyor. O zaman sosyal hayat daha kolay olacak. Vaka-i adiyeden olacak kovid olmak...”