ABD Dışişleri Bakanlığı’nın Kongre’ye gönderdiği mektuptaki Türkiye’ye F-16 savaş uçağı satışının ABD’nin ulusal güvenlik çıkarlarına uygun olduğu ve NATO’yu güçlendireceği vurgusu tam anlamıyla “Bir musibet bin nasihatten yeğdir (evladır)” sözüyle örtüşen bir durum. Çünkü uzunca bir süredir ABD’nin anlaşılmaz tavrı nedeniyle gerilimin pik yaptığı ve Türk-ABD ilişkilerinin arapsaçına döndüğü, hatta kopma olasılığının dahi konuşulduğu günlerde görüş belirten askeri ve istihbari kaynakların kesiştiği, ısrarla yinelediği nokta şuydu:
“Türkiye’nin jeopolitik ağırlığı, jeopolitik değeri daha da artıyor, arttı. Nasıl soğuk savaş döneminde Kafkasya’nın kontrolü ve Boğazların kontrolü Türkiye’nin jeopolitik değeri ABD için önemliydi. Şimdi de ABD’nin bugünkü küresel güç mücadelesinde Türkiye büyük önem arz ediyor ve bunun için de jeopolitik durum çok daha fazla değerlendi. Bunda da savunma sanayiindeki gelişmeler, özellikle İHA’lar, SİHA’ların kullanılması, Türkiye’nin son harekâtlardaki başarısı büyük etken oldu. Dolayısıyla, tüm bunlara ve NATO’daki güç dengesine bakıldığında, ABD’yi kendi asıl liderlik mücadelesinde bir yerlere götürecek olan Türkiye’nin önemi ortada. NATO’nun stratejik hedefleri içerisinde coğrafyası ve gücü bakımından Türkiye kritik önemde.”
Yani ABD’nin Türkiye’den vazgeçme lüksü yok. Ama ABD’nin görüntüsü, tavrı ise daha çok “Dediğim dedik, çaldığım düdük” havasındaydı. Evet, arada bir “Türkiye önemli bir savunma ortağı ve NATO müttefiki” gibisinden laflar ediyor, yani Türkiye’nin NATO’daki gücünü anımsarmış gibi bir rüzgâr estiriyor, ancak o kadar. Yoksa genelde yaptıkları müttefiklik ruhuyla ve stratejik ortaklıkla asla örtüşmüyor. Aksine, yekten hasmane tutum içeriyor. Terör örgütü YPG/PKK’ya olan sevdası, S-400 hava savunma sistemi aldın gerekçesiyle parasının ödenmesine rağmen Türkiye’ye F-35’leri vermeme kararı, F-16’lar konusunda ağırdan almasıyla bunu da fazlasıyla gösterdi zaten. Açıkçası, Rusya-Ukrayna savaşına dek NATO müttefikliği falan da pek umurunda değildi ABD’nin. Hatta bu tavrını savaş öncesindeki gerilimli süreçte de ortaya koydu. Biden olası gelişmeler konusunda yürüttüğü telefon diplomasisinde Türkiye dışında herkesi arayıp konuştu. Dolayısıyla, Biden yönetiminin hafiften “u dönüşü” diye de nitelendirilen F-16 mektubu, “Rusya-Ukrayna savaşında gelişmeleri öngöremeyen ABD nihayet Türkiye’nin önemini ve değerini gördü” anlamında olumlu ve ilişkileri geliştirme açısından umut verici ancak samimiyet bağlamında bir o kadar da düşündürücü. Şöyle ki evet, F-16’larla ilgili olarak Beyaz Saray’da, Biden’da olumlu bir hava, atmosfer söz konusu, hatta mektuptaki “NATO’nun ihtiyacı var” vurgusu kritik ama Kongre’nin onayı olmadan uçakların verilmesi de söz konusu değil. Bu durumda da “Acaba Biden yönetimi gerçekten Kongre üyelerini ikna edebilecek mi ya da samimi olarak bunu istiyorlar mı?” sorusu önemli. Yani Biden yönetimi ya gerçekten bastırabilir ya topu Kongre’ye atıp, elindeki bütün kartları kullanarak, baskı yapmaz, yapıyor gibi görünür. Sonunda da ben çaba harcadım ama olmadı diyebilir. Daha önce de örneklerini sıklıkla gördüğümüz iyi polis/kötü polis senaryosu yani. Tabii bu arada, “Bunların altyapı çalışmaları yapılmıştır. Kongre’den farklı bir sonuç çıkmaz. ABD yönetimi ile Kongre arasında bir sorun olmaz. Olumlu sonuç çıkacaktır ama belki miktar kısıtlaması olabilir. Yani 40 tane F-16 değil daha az” diyenler de var. Kısacası, Türkiye’ye F-16’ların satışı konusunda Biden gerçekten samimi mi yoksa bunun yeni bir “iyi polis/kötü polis senaryosu” mu olduğunu yakında göreceğiz. Yani söz konusu olan yeşil ışık değil henüz sarı.