Libya ile yapılan Münhasır Ekonomik Bölge Anlaşması’yla Doğu Akdeniz’deki bütün dengeleri değiştiren Türkiye şer ittifaklarına karşı sahada üstünlük kazandı. Yunanistan ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin Türkiye ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni Doğu Akdeniz’de saf dışı bırakma planları, oyunları bu hamleyle altüst oldu, çöpe gitti. Ancak Atina yönetimi kıta sahanlığı ve kara suları konularında kendince yarattığı harita ve iddialarla hala hayal peşinde koşuyor. Dahası son zamanlarda gerekirse savaş gibisinden tehditlerle bunun dozajını küstahlık boyutuna çıkarmış durumda. Dolayısıyla Atina’nın kimyasının hepten bozulduğu çok açık. Çünkü hem sahadaki gerçekliği ve güç dengesini görmüyor hem de bugüne kadarki oldubittilerini hukuki sanıyorlar. Nitekim birincisine dönük Savunma Bakanı Akar, “Yunanların Türkiye’yle savaşmayı isteyeceğinin matematik olarak uygun, doğru olmadığının altını çizmek istiyorum” sözleriyle noktayı koydu. İkincisiyle yani karasularını artırma saçmalığı ya da çılgınlığı konusunda da
Deniz Kuvvetleri Komutanlığı eski Genel Sekreteri ve Washington eski Deniz Ataşesi emekli Kurmay Albay Mehmet Asal “Ege Denizi’nde silahsızlandırılarak Yunanistan’a bırakılan adaların karasuyu yoktur, diğer ana kıtalar ve adaların karasuları da 3 milden fazla olamaz! “diyerek uyarıyor. Gerekçelerini de şöyle sıralıyor:
“Bir ülkenin sahip olduğunu iddia ettiği bir alanı silahlandıramaması demek, o alan içine egemenlik hakkı olmaması demektir. Egemenliğin olmaması da bir Egemenlik alanı olan karasuyunun olmaması anlamına gelir.
Bu durumda; Londra Antlaşması: (30 Mayıs 1913), Atina Antlaşması (14 Kasım 1913), Lozan Antlaşması (24 Temmuz 1923), 1947 Paris Barış Anlaşmaları ile Yunanistan’a Silahsızlandırılması koşulu ile bırakılan/bırakıldığı tekrarlanan adalar üzerinde Yunanistan Egemenliği yoktur ve dolayısıyla bu adaların karasuları da yoktur.
13-14 Şubat 1914 tarihli Altı Büyük Devlet Kararı ile Yunanistan’a Kuzey Ege Adalarının sadece kullanma hakkı verilmiş, egemenliği devredilmemiştir. Altı Büyük Devlet bu Kararı 1923 Lozan Antlaşması’nın 12. Maddesi ile de teyit edilmiştir.
Ege Denizi’nde, egemenliği antlaşmalarla Yunanistan’a devredilmeyen ada, adacık ve kayalık sayısı 200 civarındadır.
Diğer Adalara ve Ana kıtalara geldiğimizde ise durum oldukça açıktır. Londra Antlaşması, Atina Antlaşması ya da Lozan Antlaşması’nda Karasuyu diye bir tabir asla geçmemektedir. Lozan’ın 16 maddesinde ‘Anadolu sahillerine üç milden az uzaklıkta bulunan adalar ve adacıklar’ Türkiye’ye verilmiştir ifadesi yer alır. Bu anlaşmalarda geçen tek uzunluk/mesafe kavramı da budur.”
1936 yılına gelinceye kadar Osmanlı ve Türk arşivlerinde bir karasuyu tabiri kullanılmadığına dikkat çeken Asal, devam ediyor:
“Sadece bazı tarihçiler, İngiliz Kraliyet Donanması takibinden kaçan Alman İmparatorluk Donanması Zırhlıları SMS Goeben ve SMS Breslau’ın Türk Karasularına girerek İngiliz takibinden kaçtıklarını yazmaktadır.
Yunanistan 1936 yılında tek taraflı olarak karasularının 6 mil olduğunu ilan etmiştir. O tarihe kadar karasuları ile ilgili hiçbir konu gündeme gelmemiş ve hiçbir önemli sorun yaşanmamışken Yunanistan’ın bu tek yanlı kararına Türkiye nedense o dönemde İtalya’nın Akdeniz’de bir tehlike olarak belirmesi, düzelmekte olan Türk-Yunan ilişkileri nedeniyle veya ileriyi görememek nedeniyle itiraz etmemiş veya tanıyıp tanımadığını söylememiştir. Aynı Yunanistan, 1931 yılında uluslararası uçuş kontrolü için hava sahasını 10 deniz mili olarak deklare etmiştir.
Ülkelerin neden karasuyu ilan ettiklerinin tarihi geçmişine baktığımızda ise görmekteyiz ki; karasuları tabiri, bir kıyı ülkesinin denizden kendisine gelebilecek tehditlere karşı kıyılarını korumak üzere yerleştireceği topların, denizde ulaşabileceği menzil olarak tanımlanmış ve belirlenmiştir. 19.ncu yüzyıl ile 20.nci yüzyıl başlarında topların menzili azami 3 mil olduğundan, 3 millik karasuyu esası benimsenmiştir. Silahsızlandırılmış Ege Adalarına geldiğimizde, bu 3 mil de söz konusu olamaz. Çünkü bu adalar silahsızlandırılmıştır, koruması gereken bir karasuyu da düşünülmemiştir.
Aslında FIR (Flight Information Region) alanı ile Ulusal Hava Sahası aynı şey değildir ancak genel uygulamada ikisi aynı olarak ilan ve deklere edilmektedir. Oysa Hava Sahası ana kara ve karasularının üzerindeki hava sahası olmak zorundadır. Bu tanımın bizzat kendi gereğidir. Böyle olunca da Silahsızlandırılmış ve Yunanistan’a bırakılmış adaların karasuları olamayacağı gibi Hava Sahalarının da olmadığı anlaşılır...”
Asal, bu bağlamda çıkan sonuçları bir kez daha vurguluyor:
“Yunanistan’a Türkiye’den alınarak verilen Limni, Semadirek, Midilli, Sakız, Sisam ve İkarya Adaları ile 12 Adanın Karasuyu ve hava sahası yoktur. Lozan sonrası Yunanistan ile yapılan bir sınırlandırma ya da paylaşım anlaşması olmadığına göre, halen son anlaşma olan Lozan hükümleri geçerlidir. Hak ve Nısfete göre paylaşım için, diğer anakaralar ve adalar için Ege’de 3 milden fazla karasuyu ileri sürülemez. Zaten Londra, Atina ve Lozan Antlaşmaları yapıldığında da 3 milden fazla bir karasuyu yoktur ve antlaşma bu şartlar altında yapılmıştır. Bu durum doğrultusunda; Türkiye yeni bir kanun çıkartarak Ege’deki karasularını 3 mil olarak ilan etmeli ve bu denizde 3 milin üzerinde kıyıdaş devletlerin uygulamalarını kabul etmediğini açıklamalıdır. Bu kanunda Yunanistan’a bırakılan bahse konu adaların karasuyu ve hava sahasının tanınmadığı yer almalıdır. (Türkiye bu esnada Yunanistan’a da NOTA vererek bunu belirtmeli ve yukarıda yazılı adaların derhal silahtan arındırılmasını istemelidir...”