Siyaset dünyasında esen sıcak mesaj ve diyalog rüzgârı ülkede toplumsal fay hatlarındaki stresi azaltma anlamında herkesi umutlandırdı. Malum uzunca bir süredir liderlerin sert, kaba söz kullanımı vazgeçilmez bir siyaset malzemesi gibiydi. Hem iktidar hem muhalefet açısından. Herkes kendi taraftarını tatmin edebilmek için her seferinde dozajını artırarak kaba söz kullandı. Siyasi partilerin karşılıklı yaptığı açıklamalar, suçlamalar daha da ayrıştırıcı olmayı tetikledi. Özellikle de liderlerin her geçen gün dozunu arttırarak sürdürdüğü tartışmalar ve polemikler, kullandıkları üslup topluma, siyasi parti tabanlarına da olumsuz yansıdı. Buna bir de “lidere tam biat” ve kendini gösterme sevdalılarının manipülasyonları eklenince iş hepten çığırından çıkmıştı. Siyasi düşünceleriyle farklı ma halleler olarak tanımlanan ve birbirlerini hain olarak gören kitleler birbirlerine sanki düşman gibiydiler. Kutuplaşma ya da kamplaşma adına ne derseniz deyin endişe verici boyuttaydı. 31 Mart seçimlerinin ardından ise Meclis&
TSK, Irak’ın kuzeyindeki Pençe- Kilit harekât bölgesinde havadan ve karadan kesintisiz süren operasyonlarla kilidi kapatıyor. MİT’ de nokta operasyonlarla terörist temizliği serisine yeni halkalar ekliyor. Yerleri bulunamaz, onlara kimse erişemez diye gizemli havaya sokulan teröristler Kandil, Sincar, Gara, Mahmur ya da Süleymaniye, Erbil veya Suriye’nin kuzeyinde herhangi bir yer fark etmeksizin bulunup, işleri bitiriliyor. Bu bağlamda da örgütte üst düzey yönetici konumundaki pek çok terörist etkisiz hale getirildi. En tepe isimler Murat Karayılan, Cemil Bayık ve Duran Kalkan’ın en yakınındakiler bile. Bu seriye en son eklenen de PKK/KCK-HPG sözde konsey yöneticilerinden Şevger Çiya kod adlı Sedat Aksu oldu. Saha ajanları, Aksu’nun örgüt üst yönetiminden aldığı talimatla Pençe-Kilit harekât bölgesinde eylem hazırlığında olan teröristlere silah ve mühimmat karşıladığını tespit etti. Irak/Gara’da nefes kesen bir takip sonrasında da beraberindekilerle birlikte teröristbaşı susturuldu. Sıra artık
Gazze’de dünyanın gözleri önünde İsrail’in sürdürdüğü soykırımı protesto için Amerikan üniversitelerinde patlak veren olaylar büyüyerek devam ediyor. Yalnız ABD’de değil, Kanada ve Avrupa’da da birçok üniversite bu protesto dalgasına dâhil oldu. Hem de demokrasi, insan hakları üzerine ahkam kesen ABD ve Batı ülkeleri yöneticilerinin zulme karşı sokaklara taşan öfkeyi Yahudi düşmanlığı diye yaftalayıp, barışçıl gösteri yapan gençlere karşı orantısız güç kullanmasına rağmen.. Bu öfke ve isyanın İsrail’in işgalden vazgeçmediği, iki devletli çözümle Filistin halkının haklarını alacağı şekilde sonuçlandırılmadığı sürece sönümlenmeyeceği de açık. Çünkü artık Filistin meselesinin ne olduğunu bütün dünya özellikle de genç nesil çok net gördü. İsrail’in hukuk tanımazlığına, insanlık dışı uygulamalarına bizzat tanık oldu. Kim neyi savunuyor buna duyarlı bir kesim var ve takip ediyor. Dolayısıyla her
İstihbarat faaliyetleri dünyada olduğu gibi Türkiye’de de son yıllarda en çok konuşulan, tartışılan konular arasında. Hatta başında. Nitekim Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT), daha birkaç gün önce “Casusluk nedir?” başlığıyla yayınladığı video ile vatandaşları casusluk faaliyetlerine karşı uyardı. İstihbaratın çok geniş bir hedef kitlesi, çok yönlü çalışma kolları ve çok boyutlu hedefleri bulunduğuna dikkat çekti. Yani gizli servisler, istihbarat denildiğinde sadece dar kapsamlı güvenlik eksenli bakışlarla değerlendirilip, casuslar arası savaş, operasyonlar ve terör, yıkıcı faaliyetlere karşı bir Hollywood filmi görüntüsü gibi anlaşılmaması, gerektiğine. Zira istihbarat, bir devletin, toplumun temel güvenliğinin korunması ekonomiden sağlığa iç politikadan dış politikaya, ondan sonra sosyal hayattaki ortaya çıkan risklere kadar her alanı ilgilendiren, her alandaki zafiyetleri önceden haber alarak, değerlendirerek politikacıya politika üretiminde yardımcı olan bir faaliyet etkinliği ya da meslek. Özellikle 1990 sonrası
Hamas “ateşkese varım” dedi. İsrail saldırdı… Kimine göre pazarlıkta el yükseltme hesabı, kimine göre de baskılarla Netanyahu yumuşasa dahi ortakları asla yanaşmıyor. Öyle ya da böyle an itibarıyla pozisyon değişikliği yok. Netanyahu Gazze’yi, bölgeyi hepten Filistinsizleştirme planını uygulamaya devam ediyor… Dünyanın gözü önünde aylardır yaptığı gibi Refah’ı da taş üstünde taş bırakmayacak şekilde insanlarla birlikte yok etmek niyetinde. Katliam yapıyor, suları, toprağı kirletiyor, bölgeyi yaşanmaz hale getiriyor. Gazze Şeridi’ndeki insani durumu daha da kötüleştirmeyi amaçlıyor. Niyesi belli. Refah bölgesinin kuzeyinde, Mevasi’de ve Han Yunus güneyinde inşa edilen çadır kentlere Filistinlileri gitmeye zorluyor. “Bakın orası güvenli, hem yiyecek, içecek su da var” diyerek. Tabii en baştan beri dile getirdiği, “Burada Hamas’ı sıkıştırdım onlarla mücadele edip rehineleri kurtarmam lazım” palavrasıyla... Malum 7 Ekim’den bu yana yaptığı her katliama gerekçe olarak bunu
Bir süredir hortlayan, daha doğrusu hortlatılan terör örgütü DAEŞ’e karşı en etkin mücadele eden ülkelerin başında Türkiye var. Hatta tek ülke bile denilebilir. ABD atıp tutarken Türkiye sadece 2016’daki Fırat Kalkanı Harekâtı’nda 4 bine yakın DAEŞ’li teröristi temizledi.
ABD, yoldaşı bir başka terör örgütü PKK/YPG/PYD’ya yol açmak, meşrulaştırmak adına takoz olmasaydı bugün Suriye’de, DAEŞ’in esamesi dahi okunmazdı. Türkiye DAEŞ ile mücadeleyi aynı kararlılıkla kendi sınırları içinde de yürütüyor bir yandan da…
İçişleri Bakanlığı, DAEŞ’e yönelik “Bozdoğan-34” operasyonlarında 12 ilde 41 şüpheli yakalandığını daha yeni açıkladı. Önceleri de “Mahzen”, “ Kahramanlar” serileri ya da farklı isimlerle pek çok ilde sayısız operasyon yapıldı. Teröristlere soluk aldırmamak adına da kesintisiz devam ediyor. Bu operasyonlarda son bir yılda yakalanan DAEŞ’li sayısı da 3 bine yakın. Tüm bunlarda terörle mücadele
Dün MİLLİYET’in 74. kuruluş yıldönümüydü. Gazetemizin Demirören Medya Center’deki merkezinde ailece toplanıp yaşgünü pastamızı kestik.. Gelemeyen uzaktaki arkadaşlarımız da digital bağlantılarla aramızdaydı. Yitirdiklerimiz de kalplerimizde… Bu anlamlı günde ustamız, başyazarımız Güneri Abi’mizin (Cıvaoğlu) yaptığı konuşma da tam anlamıyla geçmişe zaman yolculuğu niteliğindeydi. Dolayısıya onu dinlerken de ülkemizde ve dünyada ne çok şeyin değiştiğini düşündüm...
Ve MİLLİYET’in hiç sönmeyen meşalesinin sıcaklığında anılara daldım. Öncelikle de 43 yıl önce MİLLİYET’in Cağaloğlu Nuruosmaniye Caddesi’ndeki eski binasının kapısından içeri girdiğim güne. İç dünyamda iki farklı duygu esiyordu:
Gurur ve endişe...
Gururluydum, çünkü; yayın hayatına girdiği 3 Mayıs 1950 tarihinden başlayarak doğru haberleri ve sorumlu yayıncılık anlayışıyla haklı olarak basında güven madalyasıyla taltif edilen, sporda liderliği asla tartışılmayan, keza dış haberler, ekonomi ve kültür-sanat
Tam siyaset dünyasında esen sıcak mesaj ve diyalog rüzgârı ülkede toplumsal fay hatlarındaki stresi azalttı, azaltıyor derken Taksim inatlaşmasıyla yine gerildik. Günlerce olası riskler, kim haklı kim haksız tartışıldı... Devlet izin verip tedbir alamaz mıydı, Özel, ısrardan vazgeçemez miydi diye. Olası gelişmelerin bugünkü Cumhurbaşkanı Erdoğan ile ana muhalefet lideri Özel’in görüşmesine nasıl yansıyacağı da... Dün sabahtan itibaren de herkes evine kapanıp endişe ve merakla Taksim’e odaklandı. Niyesi açık. Bu gerilimi çok rahatlıkla manipüle edebilecek terör örgütleri var. Bu anlamda onları kullanan istihbarat servislerinin faaliyetleri de sır değil. Eylem hazırlığında olanların yakalandığı da açıklandı zaten. Keşke böyle olmasa da artık bu gerilim yaşanmasa… Her şeye rağmen önlemler daha da artırılıp Taksim yasaklı olmaktan çıkarılamaz mıydı? Olurdu ama konunun hassasiyeti de ortada. Nitekim Taksim’e çıkmak isteyen bazı gruplara polis engel oldu, taşlı saldırılar, biber gazlı müdahaleler de yaşandı. Allah korusun