Efe ne yapıyor olursa olsun "Gel, ders çalışalım" dediğinizde katiyen itiraz etmiyor. İster annesinin ağzından kuş misali üzüm yiyor olsun, ister babasının kollarında salon semalarında uçsun, ders çalışmak söz konusu oldu mu tıpış tıpış geliyor.
Büyüyünce "inek" olacak diye feci halde endişelenmekle birlikte onunla böyle sakin sakin yan yana uzanıp ders çalışmak, onun yarım yarım konuşmasını dinlemek öyle zevkli ki "Efe'yi dersten soğutma projesini" her seferinde ileri bir tarihe erteliyorum. Nasılsa daha yaşı küçük. Önümüzde uzun zaman var, ders çalışmayı sevmenin o kadar da iyi bir şey olmadığına onu ikna etmek için.
Açıyoruz kitabı. Ben parmağımla bir resim gösteriyorum, o söylüyor: Kazak, pantolon, eldiven, tabak, çatal, bıçak... Yavrum ya, henüz iki yaşında bile değil ama kelime dağarcığı "köşe insanı" Tuba ablası ile yarışıyor. Sıra geliyor hayvanlara: Kedi, köpek, kuş, at, eşek...
Çocuk dediğiniz nedir ki, bir tür büyüklere oyuncak. "Eşek"te takılıyorum. Koştur koştur babasına gidiyoruz, Efe bağırıyor: Eş-şek! Annesine gidiyoruz: Eş-şek!
Nasıl saçma sapan ve fakat nasıl eğlenceli.
"Eşekoğlueşek" desin diye çabalıyorum ama nafile, dili dönmüyor.
Chikushou! (Japonca)
Çocuklara niye küfür öğretiriz? Yani "biz" demeyeyim, belki "siz" öğretmiyorsunuzdur ama en azından kabul edersiniz ki çocuklara küfür öğretip-söyletip-gülen yeryüzündeki tek insan ben değilim. Var böyle bir cins.
İşte bu cins insanlar niye çocuklara küfür öğretirler? Ve yine aynı cins insanlar niye bir yabancı dili öğrenmeye küfürlerden başlarlar? Ve yine aynı cins insanlar niye her gittikleri ülkede önce o ülke dilinde küfretmeyi öğrenirler?
Size bir şey daha söyleyeyim mi? Yine aynı cins insanlar, gün boyu çeşitli vesilelerle küfrediyor olabilirler ama diyelim bir kavga anında, sinirleri tel tel olsa da küfretmeyi akıl edemeyebilirler. Küfür yani, onlar için (Bizim için? / Benim için?) öyle bir şey olmayabilir. Hakaret maksatlı değildir. Sadece komiktir. Bir çocuğun annesine, ne dediğini bile bilmeden en hafifinden "eşek" demesi komiktir. Ekmek, su vesaire demeyi bilmediğiniz bir dilin en çetrefil alanlarına dalıp o dilde çatır çatır saydırmak komiktir.
"Kalenin dibinde..."
Bir de yasak ve ayıp bir şey yapmanın lezzeti var küfürde. Tam da yasak ve ayıp şeylere müthiş merak duyduğunuz yaşlarda, okul çağlarında falan; işte çoraplar diz altında, saçlar sımsıkı toplu, gömlek en üst düğmeye dek ilikli, cekette arma pırıl pırıl, boğazda biye edebiyle bağlı iken, böyle şapşahane bir öğrenci iken, hoop hocanın arkasını dönmesi ile birlikte küfretmek iyi gelmez mi böyle dolaşmaktan hiç memnun olmayan ruhlara?
O düpdüzgün formalı, okul grisi ciddiyeti caart diye yırtmaz mı küfür? Onu hafife alır, onunla alay eder, ona gıpgıcır ütülü abalar altından sopasını sallayıverir sanki. Öyle değil mi?
"Okul"da küfürlü sahnelerin çokluğu eleştirildi. İyi de, okulda çok fazla küfredilir. Böyledir. Kim buna itiraz edebilir? İtiraz eden, acaba hiç okula gitmemiş midir? Gitmiştir de okulu çok mu sevmiştir? Acaba fazla mı çok sevmiştir? Öğretmen sınıfa girince en önce mi fırlayıp ayağa kalkmıştır? Nedir?
Okul sadece küfredilen değil kısa ömürlü yeni küfürler de üretilen bir yer. Bizim mesela kale edebiyatımız vardı: Kalenin dibinde çiçekler açsın. Kalenin dibine köpekler işesin... Bir dolu kale! Şimdi hatırlamıyorum, biz niye bunları söyler söyler de çok gülerdik. Fakat işte çok gülerdik.
"Ulan ölüyoruz be..."
Yine de mevzu küfürse klasikten şaşmayacaksınız. "Has..tir" mesela, her halükarda yerine cuk diye oturuvermez mi? Ölürken bile, o son anda "Ulan ölüyoruz be, iyi mi? Gidiyoruz işte anasını satayım"ı takiben uzun bir "has..tir" çekilebilir.
Kızgınlıktan değil, belki biraz şaşkınlıktan ama en çok her şeyle de, ölümle bile dalgamızı geçeriz icabında diye... Giderayak, son defa ölümü de küçümseriz işte. "Ben zaten öyle çok da umursamamıştım bu hayatı" manasında.
***
Neye kızdığını bile bilmeden kızan, sırf kavga etmek istediği için kavga çıkaran, bu yüzden de söyleyecek adam gibi lafı olmayan, karşısındakine hakaret ederek, annesine bilmemne, ebesine bilmemne, cinsel tercihine bilmemne diyerek üste çıkmaya çalışanların dilindeki küfürleri koyun öte tarafa...
Küfür -içinde dolu dolu küfredilmeyen bir yazıda bunu anlatmak zor hakikaten- hayatın kuralları, okul disiplini gibi, o anı yaşarken mühimmiş gibi görünen şeylerin o kadar da mühim olmadığını daha o anda kavrayanların dilinde...
İyi bir şey yani!
manik depresif köşe
Buffy şizofren miymiş? Biz onun uça kona vampirleri, yaratıkları haklamasını izlerken, o aslında son altı yıldır bir tımarhanede yattığı yerden mi bunları hayal etmekteymiş? Bu ecnebi senaristler, ne acayip yaratıklar, oturdukları yerde amma da uçuyorlar. Sonra Gazete Metro'da "Düş ülkesine yolculuk" başlığıyla "Ne mutlu şizofrene" diyen bir yazı yayımlandı. "Okul"un yönetmeni Taylan biraderlerden biri de Şizofrengi dergisini çıkarmamış mıydı bir ara? Bu hafta manik depresif değil; o hayal senin, bu hayal benim koşuşturan bir şizofren olasım var.
Deli değil, AKP'li!
Eğer bir adam dikdörtgen masaya oturmamakta ısrar ediyor, yuvarlak bir masada, karşınızda değil yanınızda oturuyor, yerli yersiz ha bire gülümsüyor, göz teması kurmaya çalışıyor, elinde bir cetvel size 50 cm.'den çok yaklaşmamak, 120 cm.'den daha uzağa gitmemek için ölçüp biçiyor, görünüşüyle gurur duyduğunu her fırsatta belli ediyor, ellerini bir aşağı bir yukarı çevirip duruyor, siz ağzınızı her açtığınızda da "Hı hı" diye sizi destekleyip duruyorsa... Deli falan değil, merak etmeyin. AKP'li bir politikacı vücut dili derslerinden öğrendiklerini uygulayıp sizden oy istiyor. Hepsi bu.