“Ne kadar rezil olursak o kadar iyi”, tamam ama mide diye de bir şey var, her şey de yenmez ki!
Yemekteyiz”i görüp de izlememek zor. Sevişme sahnesi gibi. Hem özel hem de herkesin bildiği şey. Herhalde çoğu kimse bir kez bile olsa mutfağa girip yemek yapmış, yabancıları değilse de birilerini, mesela eşinin ailesini falan yemekte ağırlama sınavına girmiş, en azından sevgilisine yemek pişirip beğendi mi acaba diye onun ağzının içine bakmıştır.
Bir de her gün yemek yapanları düşünün.
Bakmaz mı?
Bakalım, o ne yapıyor, nasıl yapıyor?
Sırf “Bugün ne pişirsem?” sıkıntısını hafifletmek için, saatli maarif takviminde “günün yemeği”ne bakar gibi bile bakılır. İzlememek zor.
“Yemekteyiz” zoru başarıyor. Çok zor izleniyor.
Katılımcılar daha önce TV’de izleyip ezber ettikleri reality show’ları taklit etmeye çalışırken “yemeğin salçalısı, yarışmanın kavgalısı” formülünde ölçüyü kaçırıyor, program da tuzu kaçmış yemeğe dönüyor, yenmiyor. Tarifle yormayın beni, bir kez rastladıysanız, ne dediğimi biliyor olmalısınız. Yemek masasında konuk ağırlayan “Kürşat Başar’la” programı bile “Yemekteyiz”in yanında daha içten kalıyor.
Oysa “Kürşat Başar’la” programı da izlenecek gibi değil. Niye bir araya toplaştığı belli olmayan -“topluluk” manasında (ki Atatürk’ün yandaki sözündeki sosyete de toplum manasındadır)- sosyete, ne konuşacaklarını ve bunu niye birbirleriyle konuşacaklarını hiç bilmeden, açılan her konunun üzerine bir tutam cümle katmaya gayret ederek oturuyorlar. Niyeyse bir yemek masasının etrafında...
Niye yemek masasında? Talk show desen, değil. Yemek servisi yapan garsona falan bakılırsa, reality show mu? Olabilir. Fakat sohbet, sofra sohbeti değil. Zaten fazla bir şey de yiyemiyorlar...
Neyse, abartmayayım. “Yemekteyiz”de sık sık tekrar edildiği gibi, “Damak tadı şekerim...” Yiyen yesin.
Yeni hayat...“Uçurumun kenarında yıkık bir ülke... Türlü düşmanlarla kanlı boğuşmalar... Yıllarca süren savaş... Ondan sonra içerde ve dışarda saygı ile tanınan yeni vatan... Yeni sosyete... Yeni devlet...” M. K. Atatürk
Bize has, düne ya da bugüne has bir şey değil; her iktidar kendi sosyetesini yaratır. Maya tutar-tutmaz, tutarsa zaten kuşaklar boyu devam eder, kimse de evveliyatını hatırlamaz...
Geçenlerde Başbakan Tayyip Erdoğan ve Emine Erdoğan, Mesude Nursuna Memecan ve Salih Memecan çiftinin evinde bir yemek davetine katıldı. Sıraselviler’deki Yeni Hayat apartmanında.
Konukların bir kısmı hali hazırda sosyete, bir kısmı “yeni hayat” kadrosundan aday...
İngilizce derslerinde vardı; “repeat after me” . Yani, benden sonra tekrarlayınız. Mümkünse genizden gelen kısık bir sesle, kesik kesik ve son heceyi vurgulayarak:
Yeni hayattt... Yeni sosyeteee...
Şeytanınız bol mu olsun?Krizden hemen önce borsaya sardırmıştım. Zaten uzun süredir TV’nin kadınlı gündüz kuşağından baymıştım, ekonomi kanalları daha eğlenceli gelmeye başlamıştı. Özellikle de altta akan borsa bandı... Rakamları anlamak, sabahların kadınlarını anlamaktan daha zor olamaz!
Ne inmiş, ne çıkmış, daha ne kadar iner-çıkar, en çok işlem görenler hangileri, en çok düşenler hangileri, Amerika, İran, petrol, dolar, hava durumu vesaire.
Oyun işte. Zevkli. Bilmem kaçıncı dereceden denklem çözmeye çalışmak gibi. Sonra tabii ekonomik kriz, denklemdeki bilinmeyen sayısını çok artırdı. Merak etmeyin canım, para falan kaptırmadım. Sadece krizden önce ufak ufak çalışıyordum.
At yarışı oynayanlar da atlara çalışır ya... Atın yedi sülalesini araştırır, jokeyin kilosuna kadar öğrenir, zemini falan hesaba katar...
Çalışsan ne olacak, mütemadiyen altılı mı tutturacaksın? Neticede at koşar, baht kazanır.
İddaa’ya hakim değilim ama o da böyle bir şeydir herhalde, ince hesap şeysi... Tabii, top yine yuvarlak, hep yuvarlak.
Borsaya çok çalışsan, yalasan yutsan ne olacak? Burada para yok aslında, rakamlar var. Ve heyecan, adrenalin, bir şeyi anlamaya çok yaklaşma hissi, sonra direkten dönme hissi, sonra iyi bir asistle kaleye tam 90’dan...
Borsayı, hele de böyle bir ekonomik kriz esnasında biraz izlemek bile yetiyor, insan görüyor: Dünyanın içine kumarbaz kaçmış! Benden hatırlatması: Kasa daima kazanır.
manik depresif köşeDenize bir taş atıp yaydığı dalgaları izlemek gibi. İnsan halleri de, tıpkı
o taşın halkalarına benziyor. Dalga
dalga yayılıyor. O sofrada yemek öyle yeniyor, şurada şöyle. O masada kumar böyle oynanıyor, şu masada şöyle. Bir devirde “yeni sosyete” öyle kuruluyor,
bu devirde böyle...
Herkes kendi dalgasını yaşar yarim.
Taşı kim atsın? Hadi, hep birlikte: “Bir taş attım havaya / Geldi düştü araya...”