Haberin Devamı

Bana yıllar önce çılgıncasına sevdiğim bir filmi hatırlattınız. Hayır, ağlamıyorum. Gözüme toz kaçtı...

N’allahım, bu film... Bu film...

Giyimde ikinci el, vintage falan derken; sinemada da bitpazarına nur mu yağıyor, yoksa tilki döndü dolaştı, ormanda bir dolu tilkilik etmeye çalıştı, beceremedi de kürkçü dükkanına mı geldi, her neyse, eski Türk filmi lezzeti var şimdiki filmlerde.

“Bu işte bir yalnızlık var”
Çağan Irmak’ın “Issız Adam”ında 70’lerin longplay’leri dönüyor. Tabii arızalar zamane arızası, meslekler zamane meslekleri, hobiler zamane hobileri, mekanlar son model falan ama aşk, eski Türk filmlerinin 50 yıl sonra, saçlarına kır düşürüp o ağacın altında buluşturduğu sevgililerin aşkı.
Ya da çapkın Tarık Akan, kalbini Gülşen Bubikoğlu’nda unutmuştur: “Ner’de bıraktım kalbimi acaba / Ah nerede, vah nerede?”
Film romantik komedi olarak başlıyor, sonra komedisi gidiyor, romantizmi baki kalıyor. Irmak bu senaryonun romanını yazsa, ki diyalogları yeniden yazmasına da gerek yok, Tuna Kiremitçi’ye sıkı rakip çıkar. Konuları bambaşka ama filmin adı da “Git Kendini Çok Sevdirmeden”, yok daha iyisi “Bu İşte Bir Yalnızlık Var” olsa, olurmuş.

“Valla sen delisin”
Murat Şeker, filmi “Aşk Tutulması” için kendisi söyledi zaten, eski Türk filmi tadında olsun istemişler. O şarkılar da var tabii: “Ah kalbim ben senden çok çektim / Söyle nedir bu halin / Valla sen delisin delisin.” Haliyle biraz deliler... Bildiğiniz üzere, fanatik Fenerliler.
Gerçi film ekibi, tanıtım için çıktıkları TV turlarında, keşke biraz daha az anlatsalardı filmi. Bazı şeyleri önceden dinlememiş de ilk kez sinemada görüyor olsaydık, belki daha çok güler miydik?
Belki yine gülmezdik. Matematiği yerli yerinde, sürprizsiz de olsa temiz bir yerli romantik komedi bulmuşsun, gülmekten ölmeyiver, tebessüm ne’ne yetmiyor? Ama filmin kötü adamını da bana bir arkadaş önceden anlatmıştı, ben yine de ona güldüm mesela: “Tek bildikleri şiddet. Pis fakirler!”

Aşığım sana, pis zengin!
Eski Türk filmlerinde kötü adamlar genellikle patron ya da patronun şımarık oğlu olur, işledikleri suçlar için hapse girmek yerine de parası neyse verip fakir esas adamı hapse yollarlar. Sonra da hem suçlu hem güçlü bu “pis zenginler”, kendileri için hapis yatan adamın korunmasız kalmış karısına, kızına sarkarlar...
“Üç Maymun” buradan yola çıkıp tersten çakıyor.
Zira eski Türk filmlerinin iffet timsali esas kadınları, gazozlarına hap atılmazsa, katiyen pis zenginlere gönül düşürmezler.
Ama sabah kuşağında kadın programlarını izleyenler bilir... Gayet mazbut görünümlü kadınlar, çoluğu çocuğu, kocayı bırakıp komşuyla kaçmış, ondan memnun kalmayınca sütçüye varmış, arada bakkalla da bir ilişki yaşamış ama bakkal karısını boşamaya yanaşmamışmış, aradan yıllar geçmiş, şimdi de yıllar evvel terk ettikleri çocuklarını aramaktadırlar.
Bu hikayeleri hakikatin dayanılmaz şaşkınlığı ile izleyen, filmlerin ve romanların romantik aşklarıyla “eğitilmişler”in, “Üç Maymun”a da şaşırması kaçınılmaz.
Yoksa bu film düzden, direkt mi çakıyor? Hakikat hakikaten böyleyse, o zaman “Üç Maymun” da bir tür “insan belgeseli”...
Tek müziği de kadının cep telefonunun zil sesi olan bir Yıldız Tilbe şarkısı: “Sen de sev ama sevilme / Aşk acısı çek ben gibi / Çok özle ama kavuşma / Kavuşamadığım gibi...”

“Reca ederim, bu bahsi kapatalım kuzum”
N’allahım, bu film... Bu film...
“İki Süper Film Birden”in cümlesiymiş, ben “Aşk Tutulması”nda duydum; “İnsan aşkın zirvesindeyken dünya ile arasına sevdiği girer. Tıpkı güneş tutulmasında dünya ile güneşin arasına giren ay gibi. Buna aşk tutulması denir.”
Mevzu Atatürk oldu mu, çoğumuzun dünya ile arasında resmi tarihin ezber ettirdiği Atatürk durur. Bir tür tutulma hali.
Can Dündar, “Mustafa”da dünyayla aramızdaki Atatürk tabusuna çok değil, azıcık dokunmuş, onu ancak bir milim kenara çekmiş.
Ama üç maymunu oynayan adamlar Mustafa’yla karşılaştılar bir defa. Şimdi ne yapacaklar?
Ellerini gözlerinden çekip görmek zorunda kalacaklar.
Ellerini kulaklarından çekip duymak zorunda kalacaklar.
Bakmayın siz “Atatürk karanlıktan korkmazdı, Atatürk yalnız değildi, Atatürk cepheden aşk mektubu yazmazdı”lara...
Mevzu bu değil.
Dersimiz; Atatürk ve Kürtler, Atatürk ve din...
Sonunda ellerini ağızlarından çekip konuşmak zorunda da kalacaklar.
“Sırası mıydı?” diyenler bile:
“Reca ederim, bu bahsi kapatalım kuzum...”
???
“Zira ders çalışmam gerekiyor.”