Haberin Devamı

       İTALYAN tarihçi Alessandro Bausani, Safevi devletinin merkezileşmesini anlatırken, ilginç rakamlar verir: Köklü merkeziyetçi reformların başarıldığı Şah Abbas döneminden önceki 1576 yılında 'han' ve 'sultan' gibi ünvanlarla anılan askeri vali ve komutan konumundaki 'amir'lerin sayısı 114'dür ve bunların hepsi 'Kızılbaş', yani Anadolu kökenli Alevi göçer Türklerdir.
Köklü merkezileşme reformlarının gerçekleştirildiği Şah Abbas'ın öldüğü yıl, 1628'de bu sayı 90'a inmiştir! Bu azalma merkezileşmenin göstergesidir. Fakat 'amir'lerin özelliği de değişmiştir: Artık hepsi 'Kızılbaş' değildir, 35'i Kızılbaş'tır. 34'ü Kızılbaş olmayanlardan, İranlı, Kürt, Lur aşiretlerinden gelmektedir... 21'i ise 'gulam' yani Osmanlı'daki deyimiyle 'devşirme'dir.
Üstelik bunlar eskiden olduğu gibi kendi yaylak ve otlaklarındaki aşiretler değil, 'divani' denilen devlet tarafından tahsis edilmiş (ikta) topraklarına dayanan bürokratlardır.(1)
Toprak düzeninde de Osmanlı'daki 'timar' sistemine benzer ama o kadar evrimleşmemiş bir merkezileşme...
İran tarihi uzmanı David Morgan, göçer Türkmen devleti Safevilerin merkezi bir Fars devletine dönüşmesini anlatırken, Çinli bir bürokratın Mogol Ögedey Han'a söylediklerine dikkat çeker:
"At sırtında imparatorluk fethedilebilir ama at sırtında yönetilemez!"
Şark'ın büyük sosyologu İbn Haldun'u hatırlatan bu sosyoloji kuralı, Safevilerde de hükümünü yürütmüştür. Askeri bakımdan Türkmen tarafından kurulan Safevi devletinde bürokrasi, daha ilk fetihlerden hemen sonra Fars karakterli olmuştur:
"Merkezi Fars ülkesinin (Persia) kentlerinden toplanan elemanların oluşturduğu local bürokrasiler hükümet makinasının esas unsurunu oluşturmuştur."
İlk adım, Osmanlı'daki 'Sadrazam'ın karşılığı olan 'Vekil' makamına Farsların atanması olmuştur. Daha başlangıçta Şah İsmail bile, gücün, Kızılbaş aşiretlerine göre daha güvenli ve daha az tehlikeli bulduğu Farsların eline geçmesini tercih etmişti! Gücün Farslardan oluşan bir bürokrasinin eline geçmekte olduğunu sezen Kızılbaş Türkmenler ayaklanarak iki 'Vekil'i öldürmüşler fakat 'gidişat'ı engellemeleri mümkün olmamıştır!(2)
Göçer aşiretlerden 'nizami' ordu kurulamadığı gibi, ülkede bir 'hukuk' ve 'yönetim' cihazı olarak aşiretleri kullanmak da mümkün olmamıştır.
İşte Türkmenlerin kurduğu Safevi devletinin yerleşik ve nizami bir devlete dönüşme sürecinde Alevilikten Şiiliğe, Türkmenlikten Farslığa kaymasının sebebi bu üç temel kurumdur: Nizami ordu, medreseli ulema ve özel eğitimli bürokrasi!
Göçerlerden bürokrasi çıkarmak mümkün olmazken, Farsların ta İslam öncesinden gelen derin bir bürokrasi kültürü ve geleneği olduğunu da hatırlamalıyız.(3)
Stratejik sebeplerle, Abbas zamanında başkent, Osmanlı sınırına yakın Kazvin'den daha içerilere, Fars kültür geleneğinin egemen olduğu Isfahan'a taşınmıştır. Bu ortamda etkin bir bürokrasinin oluşması Fars kültürünün devlet üzerindeki etkisini daha da arttırmış ve devlet yazışmalarında eskiden Türkçe hakimken, Farsça ağır basmıştır.(4)
Edebi dil zaten Farsçaydı.
Bilhassa Abbas zamanında merkezileşme reformları ile ekonomik ve kültürel gelişme hızlanırken bürokrasi daha bir önem kazanmıştır. Bunun işareti, Kazvin'de büyük bir "Ali Kapu" (Yüksek Kapı) sarayının yapılmasıdır; Osmanlı'daki Bab - ı Ali... Yani Başbakanlık! Alt katlarda bürokratların ve muhafızların büroları, birinci katta geniş bir toplantı salonu ve Şah Meydanı'na açılan görkemli bir galeri yer alıyordu. Üstteki iki katta ise duvarları resimlerle dekore edilmiş, kıymetli vazo ve cam eşya ile süslenmiş odalar bulunuyordu.(5)
Isfahan'ı, bu "nısf - ı cihan" (cihanın yarısı) diye ün yapan kenti, camileri, kervansarayları, kasr'ları, medreseleri ben de gördüm. Safevi mimarisinin hiç de Osmanlı'dan geri kalmadığı bellidir.
Şah Abbas büyük bir hükümdar olmakla beraber, kızdığı insanları kaynar sulara atıp haşlattırarak öldürten bir gaddardı da.
Abbas'tan sonra Safeviler hızla gerileyecek, Osmanlı kadar dayanıklı olmayacaktır. Bunun sebeplerini göreceğiz.
Safevi devletinin kurumlaşması, 'Fars' etkenini güçlendirmiştir. Artık merkezileşmiş, nizami bir bürokrasiye kavuşmuş olan devletin en güçlü resmi görevlileri, Sanvory'nin deyimiyle "İranlı unsurların sözcüsü"dür.(6)
Dikkat çekici bir değişim de devletin 'ideoloji'sinde yaşanmıştır.
Safevi devleti göçer Türkmen aşiretlerinin bir federasyonu halindeyken Şii motifli bir 'Kızılbaşlık' yani Anadolu Aleviliği hakimdi...
Yerleşik ve 'nizami' kurumlaşma aşamasında Oniki İmam Şiiliği, İran'da ortak bir milli inanç ve hukuk sistemi haline geldi.
Safevi imparatorluğunun en parlak dönemini temsil eden Şah Abbas zamanında ise 'Fars' karakteri ağır bastı.
"Selefleri Şiiliği kabul etmesi için halka şiddet kullanırken, Şah Abbas, yönetiminin Fars yönünü vurgulamıştır."(7)
Böylece bugünkü İran'ı yaratmak üzere, tarih iki temeli hazırlamış oluyordu: Şiilik ve Fars kültürü...
Bugünkü İran'da nüfusun yaklaşık yüzde 20'si eski Türkmen aşiretlerinden gelme Azeri Türkleridir. Fakat İran'a Fars karakteri hakimdir. Şiilik yapıştırıcı bir etkendir...

Osmanlılar da Safeviler de Türk karakterli, hatta başlangıçta Türkmen aşiret geleneklerini gözeten devletler kurmuşlardır.
Neden Osmanlı Türkmen aşiret geleneklerinden uzaklaştıktan sonra da Türk kültürünü yeni formlarla devam ettirdiği halde, Safevi devleti Farslaştı?!
Büyük tarihçi Bernard Lewis, iki devletin tarihindeki ilginç bir paradoksa dikkat çeker. Sultan Selim ve Şah İsmail'in birbirlerine yazdıkları öfkeli mektuplarda kullanılan diller:
"Giderek kızgınlık ifadeleri artan bu mektuplarda, Sultan Selim İran şahına kentli kültürlü çelebilerin (gentlemen) dili olan Farsçayla yazarken, Sultan'a gönderdiği mektuplarda Şah, kendi kırsal ve aşiretsel kökeninin dili olan Türkçeyi kullanmıştır."(8)
Türkiye ülkesinin padişahı Farsça, İran ülkesinin şahı Türkçe yazıyor!
Peki, niye Osmanlı Türk kültürel karakterini korudu da Safeviler Farslaştı?
Yerleşik ve 'nizami' kurumların dili Osmanlı'da Türkçe olarak devam ederken, İran'da askeri ve idari bürokrasinin Fars karakteri ağır bastığı için...
Osmanlı, kurumlar bakımından büyük ölçüde Anadolu Türk beyliklerinin varisi olmuştur. Bundan başka, 'devşirme' kurumu 'Türkleştirme' kurumu gibi çalışmıştır.
Osmanlı askeri ve mülki bürokrasisi için eleman yetiştirecek Acemi Ocağı ile Yeniçeri Ocağı teşkilatları Sultan II. Murad zamanında kurulurken, Çandarlı Hayrettin Paşa'nın sözleriyle, devşirmelere şu kural konulmuştur:
"Bunları Türk'e virelüm. Hem Müslüman olsunlar, hem Türkçe öğrensinler. Sonra getirelüm, yeniçeri olsunlar..."(9)
Bunun bugünkü milliyetçilik anlamında değil, fakat bir tür akrabalık gibi bilinçli bir tercih olduğu açıktır. Hatta Sultan II. Bayezid, Şah İsmail'e gönderdiği bir mektupta, sünni kanı dökmemesi, sünni mezarlarını tahrip etmemesi gibi "babaca" nasihatlar yaparken, çok ilginç bir uyarıda da bulunmuştur:
"Farslar konusunda dikkatli ol, çünkü onlar kendilerinden olmayan hükümdarlara itaat etmeyen bir halktır."(10)
Osmanlılar "kendilerinin Türklerden olduğunu" gözetmişler, mesela, Balkanlarda stratejik yerlere 'güvenilir teba' olarak Türk nüfus yerleştirmişlerdir.
Devlet dili, hatta edebi dil daima Türkçe olmuştur.
Şiirler gibi fermanlar, kanunnameler, adaletnameler, buyrultular, Şer'iye sicilleri hep Türkçe yazılmıştır. Milliyetçilik bilinciyle değil, 'kültür'leri böyle olduğu için...
İran'da ise, Safevilerin kurumlaşması, 'nizami' bir devlete dönüşmesi Farslaşma süreci halinde gelmiş, Safeviler ve Farslar bu süreçte birbirlerini benimsemişlerdir.
Bugünkü milli kültürleri tarihteki süreçler yoğurmuştur. Tarihte bugünkü anlamda "millet" ve "milliyetçilik" aranamaz. Tarihin o devirlerini bugünkü anlamda "ulusçu" olmadılar diye yargılamak; 1930'lardaki bilim dışı, ırkçı eğilimli resmi "tarih tezi"nden kalma 'anakronik' tortudur.
Bunun gibi, mezheplerin tarihteki konumları da sosyolojik süreçlerle ilgilidir...
Artık Osmanlı ile İran'a mukayeseli bir nazar atfedebiliriz.
Haftaya: Osmanlı ve İran

----------------
1) A. Bausani, The Persians, London 1971, sf. 147 - 148.
2) D. Morgan, Medieval Persia, sf. 119 - 120.
3) B. Lewis, The Middle East, London 1995, sf. 186.
4) A. Bausani, age, sf. 146.
5) Ed. P.M. Holt, Cambridge History of Islam, sf. 737.
6) Ed. P.H. Hol, İslam Tarihi, I, İstanbul 1988, sf. 422.
7) Yahya Arjamani, Iran, New Jersey 1972, sf. 93.
8) B. Lewis, age, sf. 114.
9) Prof. Yusuf Halaçoğlu, Osmanlılarda Devlet Teşkilatı ve Sosyal Yapı, TTK yy. Ankara 1995, sf. 44.
10) Y. Arjamani, age, sf. 92.


(Not: Bu yazı, Milliyet'in 'Gazete Pazar' ekinde yayınlanmıştır)


Yazara E-Posta: T.Akyol@milliyet.com.tr