E&Y Türkiye Başkanı Mustafa Çamlıca, son günlerin önemli tartışmalarından ‘Ya Babacan giderse’ye, “Dünyanın sonu değil” diye yanıt veriyor ama hemen ardından ekliyor: “Yeter ki onun değerlerini devam ettirecek biri gelsin. Yeni yönetime inancın gelişmesinde ilk 3 ay çok kritik olur”
Mustafa Çamlıca, bir tarafta Türkiye’nin dev şirketlerini denetleyen ve danışmanlık yapan Ernst&Young’ı (E&Y) yönetiyor, diğer taraftan 850 dönümlük üzüm bağlarını... Ailesinin tek okuyanı. 1936’da Bulgaristan’dan Türkiye’ye göç eden ailesi çiftçilikle uğraşıyor. Toprağa olan bağları her şeyin, okumanın bile önüne geçmiş, ta ki Mustafa Çamlıca’ya kadar...
Çamlıca okuyup hem Ernst&Young gibi bir şirketin üst basamaklarına tırmanacak yetkinliğe ulaşmış hem de gerçek bir genel kültür deryası olmuş. Ancak bir aile geleneği olan toprakla bağını koparmamış.
Üstelik meziyetlerini kızına da aşılamış. Bir tasarımcı olan kızı kendisi gibi toprağa aşık ve “eli kalem tutunca” önce kendi markalarının etiketlerini yapmış. İrem Çamlıca Bağcılık ve Şarapçılık şirketi adını Mustafa Çamlıca’nın kızı İrem’den alıyor.
Kırklareli-Büyükkarıştıran’da bulunan ‘İrem Bağları’ 15 Ağustos-15 Ekim arası hariç haftanın her günü gezilebiliyor. Mustafa Çamlıca ile kızının sergisinin olduğu Nuruosmaniye’deki Armaggan sanat ve tasarım galerisinde buluştuk.
İrem Çamlıca, geleneksel Türk sanatını çağdaş sanatla harmanlayıp insanı hayali bir dünyada yolculuğa çıkaran tablolar yapıyor. Beraber yemek yedik, sergi gezdik...
‘Ona duyulan güven sonsuz’
Ali Babacan giderse ne olur?
Babacan giderse dünyanın sonu değil. Ama piyasa Babacan’sız döneme hazır da değil. Piyasada olup da Babacan’ın gitmesini isteyecek çok az aktör vardır. Gerçekten Türkiye ekonomisi ve geleceği açısından müthiş bir değer. Tabii ki siyasetin gereği ayrılıp gidebilir. Yeter ki yerine onun izlediği yolda bugüne kadar yarattığı ekonomik değerleri aynı şekilde yaratmaya devam edecek bir lider, kişi gelsin.
Burada sıkıntı Türkiye’ye özgü dinamikler. Vizyon aynı, parti, uygulama aynı olabilir ama Türkiye’de kişiye odaklılık meselesi var. Şirketlerimizde de öyle, siyasette de öyle. Aynı partiden olabilir ama yeni kişinin olaya bakış açısı veya yönetim şekli çok farklı olabiliyor.
Babacan’ı gayet iyi tanıyor, biliyoruz. Gözümüz kapalı ne yapacağını biliyoruz. Dolayısı ile güvenimiz sonsuz. Piyasanın algısı bu şekilde... Şimdi yeni bir kişiyi oraya koyduğunuzda piyasa nasıl algılayacak. Buna zaman harcamanız lazım.
Yeni dönemde yine Babacan yönetmezse, ilk 3 ay çalkantılı olur. Ancak maksimum 6 ay içinde piyasa notunu verir. Bu nedenle ilk 3 ay çok kritik. İlk 3 ayda yaşanacak sıkıntıdan sonra işler durulur. Bundan kastım kötüye gitmeyeceği.
Ancak tabii ki piyasa çok kötü olursa ilk 90 günün sonunda maalesef tabii risk muazzam bir şekilde artabilir. Tabii şu anda varsayımsal olarak konuşuyoruz.
Tarlanın özgürlüğünü yaşıyor ama ofis adrenalininden vazgeçemiyor
Siz bir yandan E&Y’nin Türkiye’deki ‘patronusunuz’ bir yandan da bağlarınız var. Bağcılıkla uğraşınız, son yılların modasına uyma hevesi mi?
Biz Balkan göçmeni bir aileyiz. 1936’da göç edip Trakya’ya yerleşmişler. Kırklareli’nin Lüleburgaz ilçesinin Büyükbucağı’na yerleşmişler. Orada doğdum. İlk, orta okulu orada okudum. Arkasından İstanbul Kabataş Erkek Lisesi, Ankara Siyasal... Derken geriye dönüş. Çünkü ailem onlarca kuşaktan beri hep çiftçilikle uğraşmış bir aile.
Sebzecilikten, meyvecilikten, ayçiçeği, endüstriyel tarım dediğimiz buğday, ayçiçeği, kanola. Tarımla ilgili bizim ailenin uğraşmadığı üretim şekli kalmamıştır. Bunun içinden gelen birisi olarak, profesyonel hayatta önemli noktaya gelmiş olsanız da, bir gün yine doğadan bir şey üretmeyi arzu ediyorsunuz.
Şahsi şarap merakım da vardı. Sonra düşündüm dedim ki; bu kadar güzel doğamız var. Bu arada ailemin çok güzel, çok büyük arazileri var. Yaklaşık 1.500 dönüm aile arazimiz var. Fakat buraya hiç bağ dikmedik, bu araziyi kullanmadık. Bunun yerine Istranca dağlarının eteklerinde en doğru yere, en doğru cinsi dikme şekliyle tesis ettik.
Aşağı yukarı orada 850 dönüm bağ yaptık. Yazın bağ turizmi yapıyoruz. Yer gök yemyeşil.
Doğayı çok sevdiğiniz belli... Bir taraftan da sıkıcı rakamlarla uğraşıyorsunuz. Dengeyi nasıl sağlayacaksınız? Bir gün tamamen doğaya dönme planı var mı?
Hayatı kesinlikle tek yönlü yaşamamak gerekir. Hayatı sadece doğa ya da iş dünyası olarak yaratmaya kalkarsanız tek yönlü olur. Ben hayatıma çok yönlülüğü katmaya çalıştım. Normalde iş dünyasına girmem son derece lüks bir olay. Niçin? Ailemde ilkokuldan sonrasını okumuş, profesyonel hayatta çalışan biri yok.
Niçin okumamışlar?
Adamlar zaten çiftçi. Üretiyorlar ve çok ciddi bir şekilde üretiyorlar. Binlerce dönüm arazileri var. Onların gözünde okuyup da ne olacak, memur olacak, birisinin emri altına girecek.
Özgürlük karşıtı bir olay olarak bakıyor. Ancak ben okurken onlar da çok teşvik etti. Ama şöyle bir kıskançlık var bende: Babam, kardeşlerim, kuzenlerim harika bir sistem kurmuşlar kendilerince. Biz sabah 8, akşam 8. Fakat bizim işe de alışınca öteki taraf çok fazla sizi cezbetmiyor günlük anlamda.
Proje olarak cezbedebilir, orada bulunmak harika gelebilir ama iş hayatının zehrine alışmış insanlarız. Günlük adrenalin bağımlılığımız var. Tarım riskli görünür ama çok sakin bir iştir. İşte şimdi cemre düşüyor. Doğa uyanıyor. Doğanın bir saati var, ona kendinizi teslim ediyorsunuz. Bir de bizim profesyonel hayata bakın.
24 saat muazzam bir mücadele. Tarımda hiçbir zaman bu günlük adrenalini bulamazsınız.
Dolar CEO’ların uykusunu kaçırıyor
Yabancı bize nasıl bakıyor?
Türkiye şu an bir taraftan Ortadoğu’daki politikaların göbeğinde, bir taraftan Rusya-Ukrayna meselesi var. Türkiye bütün sorunların göbeğinde imiş gibi görünüyor. Ama Türkiye’nin kendisi sorun değil. Hal böyle olunca Türkiye’nin geleceği açısından yabancıların uzun vadeli bakışında bir değişiklik yok.
Türkiye’ye güven hâlâ devam ediyor. Türkiye’de şu anda olan biten her şeye son derece kısa dönemli geçiş süreci olarak bakılıyor. Yabancıların uzun dönemli bakışlarında bir değişiklik yok. Sadece Türkiye ile ilgili alınacak kararlar varsa bunların ertelenmesi, ötelenmesi söz konusu. Yoksa Türkiye’nin ekonomisine sistemine güven devam ediyor.
Ekonomide her şey ama her şey günün sonunda ölçeğe dayanıyor. Çin bu nedenle dünyanın en büyük ekonomisi. En büyük nüfusa sahip. Hindistan, Rusya aynı şekilde. Türkiye de böyle. Litvanya yatırımcı arıyor. Bakıyorsunuz 3 milyonluk ülke, kim gider yatırım yapar? AB meselesi de bu zaten. Ekonomik ölçeği büyütmek. Yoksa Almanya, İtalya dahil bu ülkelerin dünyadaki ölçeğine baktığınızda çok büyük değil. Türkiye’ye yatırım yapıp da pişman olmuş çok az yatırımcı var.
CEO’ların uykularını kaçıran parametreler neler?
Doların seyri nedeniyle bozulmuş bilançolar ve patrona hesap verme korkusu herhalde. Hiçbir CEO rahat uyumuyor şu anda. En büyük kabus faiz ve kur dengesizliği. Bir çıkıyor bir iniyor. CEO’sunuz ve bir bilanço büyüklüğünüz var.
Bilançonun aktifi var, pasifi var. Yani alacağınız var, borcunuz var. Eğer borcunuz alacağınız ile aynı para biriminde ise sorun yok. Ancak gerçek hayatta bunu sağlayabilmek o kadar kolay iş değil.
Yani dolar borcunuz varken, euro birimli ihracat yapıyorsanız ciddi sorun var. Veya dolar birimli borcunuz varsa, TL birimli satış yapıyorsanız o da büyük sorun. Şu günlerdeki gibi. Şirketiniz muazzam performans gösterdiği halde inanılmaz zararla karşıya kalıyorsunuz.
Şirketlere tavsiyemiz; gereksiz yere risk almayın... Dolar borçlanıyorsanız aktifinizde dolar varlığınızın veya alacağınızın olması lazım.
Piyasada oyun değişti mi?
Halihazırda değişti bana göre. Oyunun değişmesinde 2 temel oynaklık var. Birisi petrol başta olmak üzere, emtia piyasasındaki fiyatlar çok ciddi şekilde aşağı gitti. Hiçbir iş bu kadar oynaklığı kaldıramaz.
Bunu bilerek herkesin riski minimize etmesi lazım. Diğer tarafta dolar yükseliyor. Ama baktığınızda dolar istikrarlı şekilde bütün para birimlerine karşı değer kazanıyor. Büyük bir ihtimalle de bu değer kazanma devam edecek. Dolayısı ile bu oynaklığın devam edeceğini bilerek hareket etmek lazım.
Böyle patron herkese lazım!
İrem, siz ressamsınız. Ancak markanızın şarap şişelerinin etiketlerini tasarlıyorsunuz. Babanız size ödeme yapıyor mu, yoksa ucuza mı getiriyor!
Gayet iyi ödeme yapıyor. Etiketleri her yıl yeniden tasarlayarak yapıyorum. Baktığınızda çoğu şarap üreticisinin etiketleri standarttır. Yıllarca aynı etiketler kullanılır. Bizde ise her yıl farklı farklı etiketler tasarlanıp piyasaya sürülüyor. Çok özgürlükçü bir şekilde üretiyorum. Babam çok cesaretli bu konuda. İpleri gerçekten bırakıyor bana. Ben de bu sayede çarpıcı etiketler üretebiliyorum. Işık Üniversitesi’nde grafik sanatları ve tasarımı okudum. Arkasından Londra’da fine art eğitimi gördüm. Babamın şarap hikayesine ilk tutkusu başladığında ufak bir üretim yaptık. Hadi etiketi de sen tasarla dedi. Kağıdın üstüne İrem Çamlıca yazdım. Ve akışa bıraktım kendimi. Şarapları kedilere taşıttım, stilize üzümler yaptım. Çılgın bir şey çıktı ortaya, babam hayatta böyle uçuk bir şeyi kabul etmez derken babam, ‘Süper olmuş hemen basıyoruz’ dedi. Daha lise öğrencisiyken ilk çizimimi kabul etmesi bir güven verdi tabii. Şişeleri mumluk olarak kullananlar oldu. O günden beri etiketleri tamamen ben tasarlıyorum. Ve de resim yapıyorum. Yurtdışında ve yurtiçinde karma sergilere katılıyorum.