Songül Hatısaru

Songül Hatısaru

songul.hatisaru@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Gelişmiş ülkelerde sanat eğitimi çocukluk yıllarından başlıyor. Türkiye’de böyle değil. Ünlü ressam Devrim Erbil, pek çok konuda karşımıza çıkan ‘hoşgörü eksikliğimizi’ buna bağlıyor. Erbil’e göre AB’ye bir türlü giremememizin nedenlerinden biri de bu!

Bağcılar’a  sanat gitmezse AB hayal

Bu topraklardan beslenen özgün eserleriyle dünya müzelerine giren ressam, hoca, müze müdürü: Devrim Erbil... Eserlerindeki detaylara, minyatürü andıran işçiliğe baktığınızda sıfatlarına zanaatkarlığı da ekleyebilirsiniz. O bugünlerde 1960’larda yaptığı eşsiz doğa soyutlaması eserlerini koleksiyonerlerden toplamaya çalışsa da kırmızı, siyah, mavi renklerde, belli bir mesafeden yaptığı İstanbul tablolarıyla hafızalarımıza kazındı.
50 yıl Akademi’de ders veren, eserleri ünlü müzayede evi Sotheby’s’te satılan, yüzlerce sanatçı yetiştiren Devrim Erbil, Resim Heykel Müzesi’nin müdürlüğünü de yapmış.

‘Resmin Şairi’ diyorlar

Devlet sanatçısı payesi verilmiş, adına Balıkesir’de çağdaş sanat müzesi açılmış, yurtdışında onlarca sergi açmasına karşın insanı etkileyen bir mütevazılık içinde. Her soruyu, çocuklarıyla ilgili sorularımı dahi içtenlikle cevapladı.
İlgilisine adeta retrospektif bir sergiyi andıran, sanatı, hayatı, değişik dönemlerdeki resimlerinin yer aldığı Durmuş Akbulut’un, ‘Resmin Şairi’ belgeselini alıp izlemesini öneririm... Suadiye’deki atölyesinde sohbet ettik...

Haberin Devamı

‘Kimse kazanmıyordu’

Bir sanatçı eserini yaparken değerleneceğini bilir mi? Fikret Mualla biliyor muydu acaba?

1954’te Devlet Güzel Sanatlar Akademisi’ne girdim. Bedri Rahmi Eyüboğlu atölye hocamdı. O zamanlar resim satıp para kazanmak düşünülemeyen bir şeydi. Bedri Rahmi Eyüboğlu, Cevat Dereli ünlüydü, rüyalarımıza giren isimlerdi. Ama para falan da kazanmıyorlardı. En iyisi belki Bedri Rahmi Eyüboğlu idi, işte o da yapa yapa bir atölye açabildi kendine.

Sanatçı öldükten sonra değil, yaşarken de değer kazanıyor artık...

Fikret Mualla’yı koleksiyonler tanıdıktan sonra çok sevdi ve sahip çıktı. Mesela, resimleri hiç bitmedi, tükenmedi. Türkiye’ye çok resim geldi. Çünkü arkasında başka olaylar oldu. Bugün dünya küçüldü, dünyanın neresinde olursanız olun eğer iyi bir iş yapıyorsanız sizi keşfeden insanlar çıkıyor.

Haberin Devamı

‘Genç sanatçılar mağdur’

Ne gibi olaylar bunlar?

Resimlerinin sahteleri yapıldı. Kesinlikle ömründe o kadar resim yapmadı. Sahte ya da doğru olduğunu Türkiye’de daha henüz kimse bilmiyor. Koleksiyoner olmak sadece bir tutku meselesi değil, biraz da bir bilgi ve bilinç meselesi.

Koleksiyonerleri nasıl buluyorsunuz?

Her sanatçının her işi başyapıt değildir. Koleksiyoner eğer sanatı iyi biliyorsa iyi seçer. Ama sadece danışmanlarıyla alıyorsa, o arada danışmanın zevkiyle kötü eserler de alabilir. Bir de maalesef, koleksiyonculuk bugün Türkiye’de belli isim yapmış sanatçılar üzerinde yoğunlaşıyor.
Biliyor ki bir Fikret Mualla’yı, Devrim Erbil’i değerinin çok üstüne elinden çıkarabilir. Ama daha doğru ve Türk resmini ileri götürecek bir koleksiyonculuk, koleksiyonerlerin genç sanatçılara yönelmeleriyle başlayabilir. 50 yıl sanatçı yetiştirmiş bir hoca olarak genç sanatçıların mağdur olduğunu söyleyebilirim. Onlara kol kanat gerecek koleksiyonlerin çıkmasını bekliyorum.
Bakın sanat gide gide Beyoğlu’ndan biraz Şişli’ye, Nişantaşı’na gidebildi. Sanat, Beyoğlu’ndan Bağcılara gitmez ise biz AB’ye giremeyiz. Sanat eğitimi daha çocukluk yıllarından başlar. Türkiye’de bu yok.
Bu olmayınca da başta hoşgörü olmak üzere birçok şey eksik kalıyor. Kişilik altı yaşında biçimleniyor. O yaşa kadar sanatı, edebiyatı sevdirmediğinizde sonrasında bütün eklemeler yama gibi kalıyor. Bakın işte, AB’ye alıyorlar mı, almıyorlar. Doğrudan doğruya buraya bağlamıyorum ama başka bir neden var.

Haberin Devamı

NY’de 200 bin ressam var

Daha fazla sanatçımız olsa AB’ye girer miydik?

Sanat sadece duvardaki bir tablo, bir süs, bir heykel değildir. Yaşama giren saygıdır, hoşgörüdür, yaratıcı güçtür, özgünlüktür hatta klasik tanımıyla iyilik güzellik doğruluktur. Bu kavramlar toplum içinde yer alırsa ister istemez insanların yaratıcı güçleri, daha iyiyi görme güçleri bilenmiş olur.
Bugün New York’ta kayıtlı 200 bin ressamın yaşadığı söyleniyor. Çin’de 1 milyon ressam var. Bizde çok az sanatçı var.

‘Müze için oğluma küstüm’

Müzeniz açılacaktı?

Açılmış olmalıydı öncelikle onu söyleyeyim. Kadıköy’de iki yıl önce, iki bina aldım, restore ettirdim. Epeyce de para harcadım. Büyük oğlum gelecek bu kültür merkezini yönetecek, kızım müzenin başında olacaktı. Ama... Bir de Kültür Bakanlığı’ndan da bir yazı geldi bana. ‘Müze için izin almamışsınız, alın’ diye. İstediklerini hazırlıyorum şimdi. Müze, bir vakıfla birlikte kurulacaktı. Yetenekli gençleri keşfedecek etkinlikler yapacaktım, resim kursları verebileceğim bir konsept hayal ediyordum. Oğlum içinde eser satışının da olduğu ticari bir şeye getirmek istedi, onunla anlaşamadık, hatta küstük birbirimize.
O şimdi Tayland’a döndü. Bir kenara çekilmek, kahvaltıdan sonra yürüyüşümü yapmak, gazetelere bakmak da bir yoldu. Resimlerim dağılsın istemiyorum. Çocuklarıma bunu anlatamadım.
Günde 12 saat çalışabiliyorum. Bu heyecanımı biraz da o vakıf ve müze düşüncesi devam ettiriyor. Eserlerimi ayırdım, bazılarının restorasyonunu yapıyorum, eski eserlerimi topluyorum. Müzeyi açacağım, bu kendime karşı bir sözüm. Vakıf kuramayacaksam, çünkü çocuklarım destek olmayacaksa kurma şansım azalıyor. Açacağım müzeyi belki bir kuruma emanet edeceğim. Eserlerim ve müzeyi onlar yürütsün diye. Bu belki bir vakıf, belki Resim Heykel Müzesi, belki Pera Müzesi ya da İstanbul Modern olabilir. Bir banka olabilir. Ya da Kültür Bakanlığı olabilir. Ya da belediye...
Biri sahip çıkıp, yürüteceğim dediği zaman, 78 yılın birikimi olan bir şey çıkacak ortaya. Bugün 1971’de yaptığım ve sattığım bir resmi geri aldım, karşılığında yeni bir resim verdim. Parasal değer olarak da anlam olarak da büyük bir koleksiyonum oluştu.

Bağcılar’a  sanat gitmezse AB hayal

Erbil, fırçayı elime aldığımda tuvale zarar veririm diye korktu. Ressamlık hevesim pozda kaldı...

Eserlerinin yer aldığı yabancı müzeler
* Ben and Aby Greg Foundation - ABD
* Banj Luka Umneticka Galeriya - Bosna Hersek
* Alexandria Museum of Fine Arts - Mısır
* Museum of Contemporay Arts - Romanya
* National Museum of History - Tayvan
* Palcio National da Ajuda - Portekiz
* Georgian National Museum - Gürcistan

Miro’yla yan yana

Müzelere nasıl girdiniz?

Hep yurt dışına açılmak istedim. Türk sanatçısının belli bir düzeyde yeri olduğuna hep inandım. 30 yıl önce, Almanya’ya sergi açmaya gidiyoruz. Otobüsle iki gün, iki gecede gittik. Resimleri şaselerinden çıkarıyorduk, rulo yapıyorduk.
İki yıl önce Taipei’de bir sergi açtım. Ulusal müzenin birinci katında Miro’nun resimleri vardı. İkinci katında benim eserlerim. Şehre asılan tanıtım broşürlerinde sütunun yarısı Miro’ydu, yarısı Devrim Erbil. Taipei Times’ta tam sayfa söyleşim çıktı. Tahran Bienali’nde birincilik, İskenderiye Bienali’nde ikincilik aldım. Yurtdışı müzelerde en çok eseri olan sanatçıyım.

Dubaili iş adamı istanbul’u gördü Kabe’yi istedi

Türk dizileri izleniyor, Araplar Türkiye’den ev alıyor, AVM’lere geliyor. Bu ilgileri sanata da yansıyor mu? Katar mesela önemli sanat yatırımları yapıyor. Sanat eseri alıyorlar mı acaba? Size gelen var mı?

Enteresan bir soru ve biliyor musunuz 15 gün önce geldiler. Dubaili bir işadamı, Shangri-La otelinde kalmış. Resimlerimi görmüş. Beni buldu. Kabe resimleri sipariş etmeye gelmiş. Ben çok İstanbul çalıştım. Bu eserlerimi görüp, bazı büyük şehirlerinin resmini yapmamı isteyenler oldu. Yapmadım. Benim eserlerimden almalarından yanayım.

Sanat alıcısında bir terslik var!

Türk zenginleri artık parayı dışarıda harcıyor deniyor...

Valla güle güle harcasınlar. New York’ta uzun süre yaşayan Burhan Doğançay anlatmıştı, “Bir Yunanlı sanatçı gelip sergi açtığı nda, Yunan kökenli bütün zenginler oradan eser alırlar” dedi. Ona prestij kazandırmak için, Yunan galerisinin değerini yükseltmek için.
Tabii, “Elimde Picasso, Miro baskısı var” demek çok güzel ama önce senin sanatçılarının eserleri var mı koleksiyonunda? Türk sanatçıları beş para etmiyor da ondan mı alıyorlar? Ya da kendi sanatçılarınızın eserleri o koleksiyonlarda var da ondan sonra mı yabancı alıyorlar? Bu önemli. Sen kendi üzümünün, şarabının tadını bilmeden Fransız şarabı içiyorsan kendi toprağında yetişen meyvelerin farkında değilsen bu işte bir terslik yok mu? Kendi kendine yabancılaşmış olursun, özenti kalır, süs kalır, köksüz kalır o duygu.

‘İstanbul’u Hep uzaktan sevdim!’

İstanbul sanki sizde bir takıntı...

Picasso, ‘Karanlıkta bütün kadınlar güzeldir’ der. Ben de İstanbul’a hep çok uzaktan bakıyorum.

Uzaktan bakmak için ya emekli olmak gerekiyor ya da çok zengin! Beni çok yoruyor artık bu şehir hocam.

İstanbul sabah böyle işe, aşa koşturmadığınızda güzeldir. 60 yıldır Kadıköy’de oturuyorum. 50 yıl her sabah karşıya Akademi’ye gittim. Ömrünüzün önemli kısmı yollarda geçiyor. Bunlar İstanbul’un yorucu tarafları. İmkanlarınız olduğunda, içine girmediğinizde İstanbul çok güzel. Hep uzaktan resmettim. Biraz romantik, uzaktan çok güzel bir kent.

Mutsuz sanatçı mutluluğu çizebilir

Sanatçı hep yaşadığını mı yansıtır? Heyecan veren kırmızıyı kullanan bir ressam coşku hali içinde midir? Veya matemin rengi siyahı kullanan bir ressam depresif midir?

Sanatçı her zaman yaşadığı duyguyu, mutluluk ise mutluluğu veren, acılı bir ruh halindeyse acıyı yansıtan insan değildir. Hayatında acı varsa onu mutlulukla dengeler. Mesela Schiller, ‘Neşe’ye Övgü’yü yazdığı zaman hayatının en karanlık dönemi idi.
O nedenle, ‘Duygu şu renklerle onun eserine yansır dememek’ lazım. Sanatçı bazen yaşamındaki eksikliği diğer güzelliklerle mutsuz ise mutluluğun renkleriyle, coşkusuyla dengelemeye çalışır. Böyle bir çelişki vardır.