Ocak sonu itibarıyla son bir yılda tam 1 milyon 93 bin kişi işgücüne katılmış. Ancak Türkiye ekonomisi bunların sadece 397 binine iş yaratabilmiş. Geri kalan 696 bin kişi ise işsizler arasına katılmış. Böylece işsizlik oranı yüzde 13’e yükselerek son 7 yılın zirvesine ulaşmış.
İşte başlıktaki sorunun cevabı... Türkiye’nin önceliği, istihdam yaratmak, işsiz sayısını aşağı çekmektir.
Sosyal güvenlik
Resmi istatistiklere yansıyan diğer detaylara da bakalım. Yaşları 15 ile 24 arasında olanlarda işsizlik oranı yüzde 24.5’miş. Yani her dört gençten biri çalışmak istediği halde iş bulamıyor. Ne yapıyor? Bilmiyoruz...
Türkiye’nin önceliği, gençlere iş yaratmaktır...
Bir diğer resmi istatistik diyor ki: Herhangi bir sosyal güvenlik kuruluşuna bağlı olmadan çalışanların oranı 2016 aynı döneme göre 0.7 puan artarak yüzde 32.5 olmuş. Yani Türkiye’deki her 3 çalışandan 1’i sosyal güvenlik şemsiye altında değil, diğer bir deyişle, kayıt dışı.
Türkiye’nin önceliği, çalışanları sosyal güvenlik kapsamına almaktır...
Özetle, istihdam tablosu alarm veriyor. Sadece ekonomiyi değil, sosyal hayatı da tehdit ediyor. Düzelmesi için yatırımların hızlanması, ekonominin canlanması ve bu canlılığın sürdürülebilir olması gerekiyor.
Türkiye’nin önceliği, bu ortamın yaratılmasıdır...
‘AB’ ile ilişkiler
Türkiye’yi aylardır kilitleyen referandum nihayet yapıldı ancak ekonominin önündeki belirsizlikler sürüyor. En büyük belirsizlik Avrupa Birliği ile ilişkilerin nasıl ve hangi kapsamda sürdürüleceği. Şu ana kadar gelen sinyaller çok olumlu değil. 2002 yılında iktidara geldiğinde AB sürecini güçlü bir şekilde sahiplenen ve bunun da katkısıyla merkezdeki boşluğu dolduran Ak Parti, gücünün zirvesine ulaştığında ise AB ile ilişkileri referanduma götürmeyi tartışıyor.
Türkiye’nin yakın bir gelecekte AB’ye üye olmasını beklemiyorum. Hatta böyle bir üyeliği kendi hayatımda görebileceğimi de sanmıyorum. Buna rağmen Türkiye’nin Avrupa Birliği perspektifini koruması gerektiğine inanıyorum. AB Türkiye’yi tam üye olarak alacakmış gibi yapmalı, Türkiye de gerçekten üye olmak istiyormuş gibi davranmalı. Her iki taraf da bu rollerini sürdürmeli. Bu noktada önemli olan perspektifin korunmasıdır, müzakere kanallarının açık tutulmasıdır. AB perspektifinin güçlendiği dönemler Türkiye’de demokrasinin ve ekonominin de güçlendiği dönemler olmuştur.
Türkiye için AB perspektifinin alternatifi yoktur. Ne Şanghay İşbirliği Örgütü ne de diğer bölgesel ittifaklar AB’nin yerini kolay kolay alamaz. Ekonomik olarak da bu böyledir. Çünkü;
Türkiye ihracatının yarısını AB’ye yapıyor.
Türkiye ithal ettiği malların yüzde 40’ını AB ülkelerinden alıyor.
Türkiye doğrudan yabancı sermaye yatırımlarının yüzde 75’ini AB ülkelerinden çekiyor.
Türkiye’ye gelen turistlerin yüzde 50’den fazlası AB ülkelerinin vatandaşı.
İthalatla terbiye etmek mümkün mü?
Türkiye’de birçok alanda olduğu gibi kuru bakliyatın ekim alanı da önemli ölçüde daraldı. Dekar başına verimlilik artışına rağmen ekim alanı daraldı, üretim geriledi. Öte yandan, sulanabilir tarım arazilerinin artmasıyla çiftçiler bakliyat yerine dekar başına verimliliği daha yüksek diğer ürünlere yöneldiler. Buna bir de yeni tohum üretimindeki azalmayı, mazot ve gübre fiyatlarındaki artışı ekleyin.
Vergi ayarlamasıyla yapılmak istenen, fiyatı aşırı yükselen ürünlerin fiyatlarını ithalat yoluyla terbiye etmek. Yerli ürünün piyasaya çıkacağı eylül ayına kadar sıfır ithalat vergisiyle fiyatlar dengelenmeye çalışılıyor. Yıllık enflasyon yüzde 11.29, enflasyon sepetinde yüzde 22 ağırlığı olan gıda fiyat artışı ise yüzde 12.53. Yani gıda fiyatları genel enflasyonu yukarı çekmiş. Dolayısıyla, yapılan doğru bir uygulamadır. Ancak kalıcı çözüm değildir. Bu yılı kurtarmaya katkıda bulunur, ama altındaki yapısal problemler çözülmezse, seneye bu zamanlar yine ithalatı serbest bırakmak zorunda kalırız.