Bir ‘yüksek faiz’ tartışmasıdır aldı başını gidiyor. Konu Türkiye için pek yeni değil!.. Ekonomiyi hızlandırmak, işsizliği azaltmak önceliğimiz
Başbakan Binali Yıldırım geçen hafta bankaların uyguladıkları yüksek faizlerden yakındı. Haklı bir yakınma, faizler çok yüksek. Ekonomiyi yavaşlatıyor, işsizliği artırıyor.
İşin tuhafı, bankacılar da faizin yüksekliğinden yakınıyor. Bu haberin ardından konuştuğum bankacılar, “Başbakan haklı, faizler çok yüksek, düşmesi lazım” dediler. “Neden düşürmüyorsunuz?” diye sorduğumda, kredi verebilmek için yeni kaynak bulmak zorunda olduklarını, mevduat toplayabilmek için yüksek faiz vermek durumunda kaldıklarını, Merkez Bankası’nın bankalara 6 ay öncesine göre 4 puan daha yüksek faizle para verdiğini, Hazine’nin ise eskisine göre daha yüksek miktarda borçlandığını ve artık piyasada para bırakmak bir yana havuzdan nette para çektiğini söylüyorlar. Bankacılar da haklı.
Bir terslik var...
Mevduat sahibine neden yüksek faiz aradığını sorsanız, size tasarruflarını enflasyon karşısında korumak istediğini anlatacak ve mevcut yüksek enflasyon ile kıyasladığında aldığı faizin çok da fazla olmadığını söyleyecektir. Mevduat sahibinin haksız olduğunu söyleyebilir misiniz?
Hazine’ye neden iç piyasadan daha fazla borçlanıp, normalde bankaların kredi olarak kullandırabilecekleri kaynakları çektiğini sorsanız, size kamu harcamalarındaki artış ve bütçe açığındaki genişlemeyi adres gösterip, “Başka ne yapabilirim ki? Hükümet daha yüksek bütçe açığı veriyor, bunları finanse etmek ise bana düşüyor” diyecektir. O da haklı.
Dönüp Merkez Bankası’na “Yıl başında ortalama yüzde 8.30 ile bankalara kullandırdığın parayı neden simdi yüzde 12 ile veriyorsun?” derseniz çok muhtemeldir ki “TL’deki değer kaybının da etkisiyle enflasyon öylesine yükseldi ki hedeften koptu gitti. Benim yasayla belirlenmiş görevim ise fiyat istikrarını sağlamak. Ne yapabilirim?” diyecektir. Haklıdır, bu koşullarda para politikasını kolay kolay gevşetemez.
Herkesin haklı olduğu bir durum bu. Doğru olabilir mi? Bu tabloda bir şey yanlış, bakalım bulabilecek misiniz?
Dünyanın dengesi bozuk
Dünyanın dengesiz hep bozuktu ama Sovyet blokunun parçalanması ve Çin’in dışa açılmasından sonra daha da bozuldu. Eski Doğu Bloku ekonomileri küresel ekonomiye entegre oldukça yeni dengeler, daha doğrusu dengesizlikler ortaya çıktı.
Ekonomistlerin küresel dengesizlik derken izledikleri gösterge ülkelerin cari işlemler dengesidir. Bir tarafta fazla verenler, diğer tarafta ise açık verenler var. Bir tarafta tükettiğinden çok tasarruf edenler, öte tarafta ise tasarrufundan çok tüketenler var.
Yüksek cari fazla verenler tarafında Almanya, Çin, Japonya, G. Kore, İsviçre, Tayvan, Hollanda, Singapur, Tayland ve İtalya gibileri var.
Diğer tarafta ise aralarında bizim de olduğumuz cari açık verenler: ABD, İngiltere, Kanada, Avustralya, Türkiye, Meksika, Fransa, Cezayir, S. Arabistan ve Brezilya gibileri.
Dengesizliğin başını ise 481 milyar dolar açık veren ABD ile fazlası 294 milyar olan Almanya, 196 milyar olan Çin, 191 milyar olan Japonya çekiyor.
Fazla veren ülkelerin ortak özelliği, tasarruf oranlarının yüksek olmasıdır. Açık verenlerde ise düşük. Basit bir deyişle, düşük tasarruf eden ancak yüksek bir tüketim eğilimine sahip bir Amerikalı tüketimini Alman, Çinli ya da Japon tasarruf sahibi sayesinde yapabiliyor, yaşam standardını onlar sayesinde sürdürebiliyor. Bu rakamları düzeltmenin yolu yüksek cari fazla verenlerin daha fazla tüketmeleri ve cari fazlalarını azaltmaları mıdır?
Bu dengesizlik aslında bir dengedir. Çünkü bazılarının ısrar ettiği gibi 1 milyar 371 milyon Çinli ya da 127 milyon Japon da bir Amerikalı standartlarında ve oranlarında tüketmeye başlarsa dünyanın karşı karşıya kalabileceği durumu düşünebiliyor musunuz? Mesela yılda 58 kilo kırmızı et tüketen bir Çinlinin, tüketimini Amerikalı gibi 125 kiloya çıkarması halinde dünya et fiyatlarının ulaşabileceği seviyeyi ya da ortaya çıkacak et kıtlığını hayal edebiliyor musunuz?
Katar tehdidi
Gümrük Bakanı Bülent Tüfenkci açıkladı, Türkiye’nin Katar’a ihracatı Suudi Arabistan ve müttefiklerinin 5 Haziran’da ambargo uygulamaya başlamasından bu yana normal seyrinin 3 katına çıkmış. Bu dönemdeki toplam 32.5 milyon dolarlık ihracatın üçte birinden fazlası ise gıdadan oluşuyor. Burada üzerinde durmak gereken 2 kritik nokta var:
- İyi ilişkileri olmasına rağmen Türkiye’nin Katar’a gıda ihracatı bugüne kadar oldukça sınırlıydı. Katar Türkiye’den alabileceği birçok ürünü başka ülkelerden aldı. Mesafenin uzaklığı bir gerekçe olabilir ama değil. Çünkü Türkiye’den almadığı ürünleri çok daha uzak ülkelerden aldı. Mesela Katar, tavuk gibi kanatlı hayvan etinin yüzde 57’sini binlerce kilometre uzaklıktaki Brezilya’dan almış. Yüzde 11’ini ise ABD’den. Peynirde ise Suudi Arabistan’ın payı yüzde 38, Fransa’nın yüzde 10, Mısır’ın yüzde 9. Türkiye ise sadece yüzde 6’sını satabilmiş. “Zeytinyağı ülkesiyiz” diye övünüyoruz ama Katar’ın toplam zeytinyağı alımının sadece yüzde 7’sini biz karşılayabilmişiz. Katar zeytinyağı piyasasının kaymağını ise İtalya, Lübnan ve İspanya yemiş. Makarnada ortada bile yokuz. Gaziantep’teki makarnacılarımız Katar’a ulaşamamış. Pazarı Suudi Arabistan, İtalya ve Hindistan paylaşmış. Dolayısıyla, bu kriz Türk gıda üreticileri için Katar pazarına girmek açısından bir fırsattır.
- Bir de işin tehdit yanı var. Bu anlaşmazlığın ortasında kalıp, şu anda bizim için Katar’dan daha anlamlı olan pazarları kaybetmeyelim. Türkiye 2016’da Katar’a 439 milyon dolarlık ihracat yapmış. Suudi Arabistan’a yaptığımız ihracat ise 3.2 milyar dolar, yani Katar’ın tam yedi katı. Aynı şekilde şu anda aramızın limoni olduğu Birleşik Arap Emirlikleri’ne yapılan ihracat ise 5.4 milyar dolar; Katar’ın 12 katından bile fazla. Bahreyn’e 193 milyon ve Umman’a ise 244 milyon dolarlık mal satmışız. Bunlar önemli pazarlar çünkü ticaret fazlası verdiğimiz ülkeler. Yani bunlara aldıklarımızdan daha fazla mal satıyoruz. 2016 ticaret fazlamız BAE ile 1.7 ve Suudi Arabistan ile 1.3 milyar dolar. Katar ile ticaretteki fazla ise sadece 168 milyon dolar. Evet, Katar ile ticareti daha da artırabiliriz ama ondan daha önemli olan diğer pazarları kaybetmemeye ya da zayıflatmamaya dikkat edelim.