Benim gibi doların bir süre daha 1.10-1.15 euro bandında seyredeceğini öngörenler yanılmış görünüyor. Çapraz kur 20 Temmuz’da 1.16’nın üzerine çıktı ve dün bir ara aşağı geldi ama ardından tekrar bu seviyenin üzerine çıktı. Euro/dolar paritesinin 1.16’nın üzerindeki seviyesi kalıcı mı? Kalıcı ise euro’daki değerlenme nereye kadar devam eder? Piyasalardaki bankacı, yatırımcı ve ticaret yapanlar bu soruların yanıtını arıyorlar.
Bu sorulara yanıt vermeden önce euro’nun neden böylesine yükseldiğini açıklamak gerekir. Belli nedenlere bakalım:
Halihazırda doların getirisi euro’nunkinden yüksek. Dolar tarafında muhtemelen bu yıl en az bir faiz artırımı daha olacak. Euro’da ise görünürde bir artış yok. Avrupa Merkez Bankası (AMB) Başkanı geçen hafta, faizlerin uzun bir süre daha mevcut düşük seviyelerde kalacağını söyledi. Yani faiz farkı açısından dolar göreli cazibesini korumaya devam edecek. Kısacası, ABD ve Avrupa’daki faizlerin seviyesi ve aralarındaki fark euro’nun değerlenmesini açıklamaya yetmiyor.
Paraların değerini etkileyecek diğer bir faktör, merkez bankalarından gelen sinyaller ve oluşturulan beklentilerdir. Avrupa Merkez Bankası’ndan gelen son açıklamalar önümüzdeki dönemde sert bir parasal sıkılaşmaya gidilmesi gibi bir olasılığın bulunmadığını gösteriyor.
‘Merkez’ müdahalesi
Aksine her fırsatta faizlerin düşük, para politikasının ise gevşek kalacağına vurgu yapıyorlar. AMB yaptığı tahvil alımlarıyla her ay piyasalara 60 milyar euro veriyor. Sonbahardaki toplantılarda yol haritasını belirlediğinde bu alımların kaderini öğreneceğiz ama son açıklamalarda verilen mesaj bu alımların miktarının gerekirse artırılabileceği ya da süresini uzatılabileceği yönünde.
Faizlerle ya da beklentilerle açıklayamadığımız euro değerlenmesini ekonomik göstergelerle açıklayabilir miyiz? Zor. Çünkü ABD ekonomisinin durumu Avrupa’nınkinden daha iyi görünüyor. IMF’nin son yaptığı tahminlerde ABD ekonomisi için öngörülen büyüme oranları hem bu yıl hem de 2018 için Euro Bölgesi’nden daha yüksek. İşsizlik ve enflasyon görünümünde de ABD ekonomisi Euro Bölgesi’nden daha iyi durumda. Euro’yu destekleyen tek gösterge cari denge olabilir. Orada da ABD’nin açığın finansmanı için sermaye çekme gibi bir gibi bir sorunu yok.
Acaba euro’nun değerlenmesinin ardında AMB’nin piyasalara görünmeyen el marifetiyle yaptığı bir operasyon olabilir mi? Olamaz; çünkü şu an itibarıyla ihtiyaç duydukları en son şey euro’nun hızla değerlenmesiydi. Güçlü euro toparlanmakta olan Avrupa ekonomilerini küresel pazarlarda zorlamaya ve dolayısıyla büyümeyi olumsuz etkilemeye başlayabilir. Önceki başkan Trichet böyle bir hata yapmış ve zamansız faiz artırımıyla Avrupa’nın büyüme görünümü bozmuştu. Herkesin kurunu düşük tutmaya çalıştığı bir dönemde Draghi bu hatayı yapmaz.
Trump ve düzeltme
Euro’nun değerlenmesini değil ama doların zayıflamasını açıklayan iki faktör var, biri Trump, diğeri ise doların 2014 ortasından 2016 sonuna kadar olan dönemdeki hızlı yükselişidir. Yaklaşık 18 aylık dönem boyunca 1.3840’lardan 1.05’lere kadar gelen çapraz kurun belli ölçülerde düzeltme yapması şaşırtmamalı. Öte yandan, Trump faktörü ise Amerikan faizlerindeki artış sürecini yavaşlatacak bir gelişme olarak görüldüğü için doları zayıflatıyor. Kambiyo piyasalarındaki hareket vaat ettiklerini yapamayan, yasa geçiremeyen, hakkında incelemeler yürütülen ve görev süresini tamamlayıp tamamlayamayacağı belli olmayan bir başkanın fiyatlanmasıdır.
Bu tabloda euro’da değerlenmenin daha uzun süre devam etmesini beklemek zor. “Dolar ucuz kalmaya başladı” diyenler bile var...
Merkez Bankası’nın karar günü
Merkez Bankası para politikası kurulu bugün toplanıyor. Anketlere göre piyasa merkez bankasından bir faiz değişikliği beklemiyor. Son 6 ay içinde politika faizi haline gelen geç likidite penceresi faiz oranının yüzde 12.25’te kalması bekleniyor. Bir zamanların politika faizi olan bir haftalık reponun ise bir önemi kalmadı çünkü uzun bir süredir kullanım dışı. Onun faizinin de değişmeden yüzde 8 düzeyinde kalmaya devam etmesi bekleniyor. Yüzde 9.25 olan gecelik borç verme faizine de dokunması beklenmiyor. Benim beklentim de Merkez Bankası’nın bugünkü toplantıyı bir faiz değişikliği yapmadan geçireceği yönünde.
Aslında faizi değiştirip değiştirmediğinin çok fazla bir önemi kalmadı çünkü sonuçta piyasaya yaptığı fonlamanın ortalama maliyetini verdiği paranın kompozisyonunu değiştirerek ayarlayabiliyor. Yüzde 12.25 olan geç likidite penceresinden verdiğini azaltıp, yüzde 9.25’lik gecelik faizden daha fazla vererek bugünlerde yüzde 11.95 dolayında seyreden bu maliyeti aşağı çekebilir. Burada mesele enflasyon görünümünün ve kurdaki hassasiyetin merkez bankasının hareket alanını kısıtlamasıdır. Yıllık enflasyonda son dönemde görülen gerilemenin bu ay daha belirgin hale gelmesi bekleniyor ancak ardından birkaç ay boyunca artan bir enflasyon görebiliriz. Kurda ise dışarıda yaprak kıpırdasa bozulma eğiliminde olan bir piyasa var. Şirketlerin açık pozisyon kapatma eğilimleri ve vatandaşın döviz tevdiat hesabı tutma hevesi de sürüyor.
Almanya ile kriz
Birçok ülkeyle ekonomiyi de etkileyen krizler yaşadık ama Almanya ile yaşanan kriz kapsamı ve etkisi itibarıyla ayrı bir önem taşıyor. Söz konusu olan Almanya olduğu için bu krizi daha dikkatle izlemekte fayda var. Dünya üzerindeki ekonomilerden Türkiye ile en fazla etkileşim halinde olan Alman ekonomisidir. Ekonomik ilişkiler açısından bizim için bir numaralı ülkedir. Dış ticarette yıllardır Türkiye’nin en büyük ve en istikrarlı ihracat pazarıdır. En fazla malı bu ülkeyi satarız. İthalatta da ilk sıradaydı ama son yıllarda Çin’in ardından ikinci büyük partnerimiz oldu. Turizmde Türkiye’ye en fazla turist gönderen ülkedir, hem de yıllardır. Doğrudan yabancı sermaye yatırımları açısından birinci sırada olmasa da en fazla yatırım çektiğimiz beş ülkeden biridir. Binlerce Alman şirketi Türkiye’ye yatırım yapmıştır. Türk şirketlerinin, bankaların ve Hazine’nin dış borçlanmalarında Alman bankaları kreditör ya da aranjör olarak hep aktif olmuşlardır. Bunun yanı sıra NATO kapsamındaki savunma işbirliği, AB süreci çerçevesindeki ilişkiler ve Almanya’da yaşayan 3 milyonun üzerindeki Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı nedeniyle Almanya bizim için hep çok özel bir öneme sahip olmuştur.
Bu kriz ekonomik olarak iki ülkeyi de olumsuz etkileyecektir. Ancak Alman ekonomisinin devasa boyutu ve Türkiye’nin bu hacimdeki payı itibarıyla bizim olumsuz etkilenme olasılığımız ve derecemiz daha fazladır. Nitekim bazı sektörlerde krizin etkisi hissedilmeye başlanmış bile. Otomotivden sonra en büyük ikinci ihracat kalemi olan hazır giyim bunlardan biri. Bu hafta Reuters’e konuşan Türkiye Giyim Sanayicileri Derneği Başkanı Şeref Fayat, bazı Alman alım gruplarının ziyaretlerini iptal ettiklerini anlatıyordu. Kısacası, krizin bir an önce çözülmesi çıkarımızadır.