Varlık fonunu biz icat etmedik. İlk fon bundan tam 163 yıl önce ABD’de kurulmuş. Halen dünyada faaliyet gösteren 80’in üzerinde fon var. Bunların yarısı petrol fiyatlarının tarihte ilk defa 50 doları aştığı 2005’ten sonra kurulmuş. Papua Yeni Gine bile 6 yıl önce varlık fonu kurmuş.
Bu fonlar, ihracat ve gelirlerdeki oynaklığa karşı ekonomiyi korumak, sosyal ve ekonomik kalkınmayı fonlamak, stratejik alanlarda yatırım yapmak ve mevcut refahı gelecek nesillere aktarmak gibi amaçlarla kurulmuş. Mesela Büyük Okyanus’un ortasındaki, adını çoğumuzun duymadığı 100.000 nüfuslu Kiribati Cumhuriyeti, ülkenin başlıca gelir kaynağı olan fosfatın parasından torunlar da faydalansın diye 1956’da fon kurmuş.
Bugün dünyadaki varlık fonlarının toplam varlığı 7.4 trilyon dolar. Fonların yarısından fazlası varlıklarını ülkenin petrol ve gaz gelirlerini biriktirerek ve bu birikimleri değerlendirerek edinmiş. Geri kalanlar ise sattıkları madenlerden, bütçelerinde artırdıkları paralardan, emeklilik fonlarından ya da cari işlem fazlalarından aktardıkları ile portföylerindeki varlıkları almışlar. Bizim ise ne cari fazlamız, ne bütçe fazlamız, ne de petrol gibi bir doğal kaynağımız var. Ama bu durumdaki ilk örnek de biz değiliz. Az sayıda da olsa bizim gibi ülkeler de var. Bizim fon işe kamunun elinde olan varlığın bir başka kamu kuruluşuna aktarılmasıyla başlıyor.
Gözbebeği şirketler
Varlık fonu, portföyüne devredilen şirketleri mutlaka satacak diye bir şey yok. Evet satma opsiyonu var ama ana amacı gelir getiren bu şirketlere dayalı olarak gelir yaratıcı bazı operasyonlar yapmak, kaynak yaratmak.
Santiago ilkeleri diye bir şey duydunuz mu? Dünyadaki başlıca varlık fonu yöneticilerinin üç tur toplantının ardından 2008 yılında belirledikleri 24 maddelik bir liste. Uyulması zorunlu değil ama genel kabul görmüş ilkeler ve uygulamalar bunlar. Amaç fonların iyi yönetim, şeffaflık, hesap verebilirlik ve basiretli yatırım ilkelerine göre idare edilmesini sağlamak. Türkiye Varlık Fonu bu ilkelere göre faaliyet göstermeli, kısa vadeli siyasi hesaplardan uzak durmalı.
Dikkat edilmesi gereken noktalar var. Mesela varlık fonuna devredilen ve her biri ekonominin gözbebeği olan şirketlerde devir sonrası yönetim zafiyeti ve performans düşüklüğü olmamalı.
Kısıntılara dikkat
Fon operasyonları kamu maliyesinde bir zafiyete yol açmamalı. Portföye devredilen şirketlerin yıllık kârlarından bütçeye gelen katkı artık gelmeyecek. Bunun yerine bütçe dışı bir kuruluş olan Varlık Fonu’na aktarılacak. 2016 yılında KİT’lerin ve kamu bankalarının kârlarından bütçeye 8.1 milyar lira aktarılmıştı. Maliye Bakanı dün bütçede devirler nedeniyle 1 milyar liralık gelir kaybı olacağını açıkladı.
Varlık Fonu, portföyündeki varlıklara dayalı olarak uluslararası piyasalardan borçlanabilecek. Ancak bu borçlanma Hazine’nin ve özel sektör firmalarının borçlanma imkânlarının daralması uğruna olmamalı. Çünkü kreditörler ellerindeki parayı borçlanma araçlarına pay ederken ülke risklerini göz önüne alıp bir ülkeye açtıkları krediyi belli bir düzeyde sınırlamak isterler. Dolayısıyla, Türkiye Varlık Fonu’nun ihraç ettiği bir borçlanma aracını alan bir yabancı yatırımcı, ülke riskini dengelemek için borç vermeyi düşündüğü başka bir Türk kuruluşundan kısıntı yapabilir.
Enflasyonda çift haneyi görür müyüz
Enflasyonda çift hane psikolojik eşiktir. Önümüzdeki 2 ay bu nedenle kritik. Geçen yılın şubat ve mart aylarında fiyatlar artmak bir yana, hafif de olsa gerilemişti. Şubatta yüzde 0.02 ve martta ise 0.04’lük eksi enflasyon görmüştük. Bu yıl bunlardan daha iyisini görmek kolay değil. Dolayısıyla, baz etkisi ocakta yüzde 9.22 olan yıllık enflasyonun düşmesinden yana olmayacak.
Ocakta aylık enflasyonu özellikle 3 kalem yüzde 2.4 gibi oldukça yüksek düzeye çekti. 1) Hava koşullarına bağlı olarak taze meyve sebze fiyatları bir ayda yüzde 34 arttı. 2) Döviz kurundaki artışla enerji fiyatları yüzde 3.5 yükseldi. 3) Dış piyasalardaki hareket ve kura bağlı olarak altın fiyatları yüzde 10.6 arttı.
Şubat ve mart ayında ne olur? Kurdaki yumuşama, dayanıklı tüketim mallarında ÖTV indirimi ve hava koşullarının geçen aya göre daha ılımlı seyretmesi ocak ayından daha düşük bir enflasyon rakamı getirebilir. Öte yandan, hükümet referanduma kadar göstergeleri düzeltmek için atağa kalktı. Geçici ÖTV indirimleriyle piyasanın canlanması yolunda adım atıldı. Cumhurbaşkanı’nın “Mart sonuna kadar işsizliği aşağı çekelim” çağrısında olduğu gibi nisan başında açıklanacak mart enflasyonunun da olabildiğince düşük çıkması isteniyordur. Bu nedenle, bundan sonra kamu zamlarını beklememek gerek. TL’de de aşırı değer kaybına izin verilmeyecek gibi. Bu şartlarda havalar da yardım ederse enflasyon tek hanede tutulabilir.
Turizm istatistikleri ne kadar güvenilir
Yabancı ziyaretçi istatistikleri gayet çarpıcı. Geçen yıl Türkiye’ye gelen yabancı sayısı 2015’e göre üçte bir azalarak 25.3 milyona inmiş. Patlamaları, saldırıları, darbe girişimini ve Rusya krizini düşündüğümüzde sürpriz yok. Ancak detaylar kafa karıştırıcı.
Ziyaretçilerin milliyetlerine göre dağılımında ilk sırayı 3.9 milyon ile Almanya almış. Almanların Türkiye ilgisi yıllardır aynı. Almanya turizmcilerin önemli gelir kapısıdır. Ama ikinci sıradaki Gürcistan şaşırtıcı. Bu ülkeden 2.2 milyon ziyaretçi gelmiş. Gürcistan’ın nüfusu 4.4 milyon. Yani Gürcülerin yarısı 2016’da Türkiye’ye gelmiş. Anlamsız değil mi? Doğrudur, bir kişi birden fazla giriş-çıkış yaptığı için bu sayı artıyor ama yine de sorun var. Aynı şekilde Bulgaristan’dan 1.7 milyon kişi gelmiş. Ülkenin neredeyse 4’te 1’i Türkiye’yi ziyaret etmiş. Ukrayna’dan gelen ziyaretçi sayısı ise yüzde 48 gibi oldukça yüksek bir oranda artarak 1 milyonu bulmuş.
Bu üç ülkeden gelen yaklaşık 5 milyon ziyaretçinin önemli bir bölümü Türkiye’ye turizm için değil, çalışıp para kazanmak için gelenler. Yani Türkiye’de döviz bırakan değil, döviz çıkaran nitelikte ziyaretler bunlar. Ve istatistikleri yanıltıyorlar. Bu ziyaretçi sayılarından hareketle hesaplanan ödemeler dengesi turizm gelirleri yanıltıcı olmaz mı?