Ne kadar tartışsak azdır; yolumuz uzun... Türbanın serbest bırakılması ile aynı anda gündemimize giren, Dünya Ekonomik Forumu’nun (WEF ) açıkladığı “Küresel Toplumsal Cinsiyet Eşitsizliği 2010” başlıklı raporu; “kadının özgürleşmesi” ve “ileri demokrasi” kavramlarını birlikte tartışmamıza önemli bir zemin hazırladı.
Rapor, kadın-erkek eşitliği sıralamasında Türkiye’nin 134 ülke arasında 126’ncı sırada olduğunu gösteriyordu.
Türkiye son 5 yılda, 21 basamak birden geriledi.
Ekonomik katılım ve fırsat eşitliği açısından 131, eğitim alanında 109, siyaset alanında 99, sağlık alanında ise 61’inci sırada yer alan Türkiye’yi dipten yukarı çekmek için ne yapılmalı?
Bu sorunun yanıtını, tüm sosyal kesimleri yatay olarak kesen “kadın sorununa” odaklanarak arayamazsak, çabalarımızın çok da yerinde olmayacağını baştan söylemeliyim.
Sistemin kolay avıTürkiye ekonomik alanda yükselişini sürdürüyor. Dünyanın en büyük 17’nci ekonomisi olma başarısını gösteriyor, ancak aynı süre içinde kadına yönelik şiddet artıyor (2002’den 2009’a yüzde 1400), kadın istihdamında bir iyileşme görülmüyor.
Türkiye’de kadınların iş gücüne katılım oranı 1989-2008 döneminde yüzde 36.2 olurken, 2010’a gelindiğinde bu oran yüzde 24 seviyelerine kadar gerilemiş.
TBMM Kadın Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonu’nun toplantısında Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Ömer Dinçer, kadın istihdamındaki düşüşün en önemli nedeninin kentleşme olduğunu anlatıyordu.
Komisyon Başkanı Güldal Akşit de benzer bir yaklaşımla, zayıf nokta olarak yerel meclislerde kadın üye sayısının düşüklüğü (yüzde 9 seviyesinde) ve istihdamı gösteriyordu.
Her iki siyasetçinin yaklaşımı bana; “Türkiye’nin modernleşme sürecinde erkekler yukarı çıkarken, kadınlar en alta itiliyor” saptaması yapmama izin veriyor.
Kapitalist rekabetçi sistemin en kolay avı kadınlar oluyor. Ancak, yüksek eğitimli ve donanımlı kadın için aynı sorundan söz etmek güç. Zira aynı araştırmada dünyada kadın CEO oranı yüzde 5 olurken, Türkiye’de bu oran yüzde 12’ye yükseliyor.
Kadın evden çıkamıyorTÜSİAD’ın başkanlığına ikinci kez bir kadının seçilmesini, uluslararası iş kapasitesi yaratan şirketlerde kadın birikimin yansıması olarak bakabiliriz.
Boğaziçi Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Dr. Ayşe Buğra’nın bir çalışmasında, nüfusun yarısını oluşturan kadınların üretime aynı oranda katılamamaları şu nedenlere bağlanıyor:
1- İşverenler ucuz erkek emeği bulabildikleri için kadınların çalışması zorunlu olan bir iş alanı oluşmuyor.
2- OECD ülkeleri içinde en uzun çalışma saati Türkiye’de. Vardiya sistemi ve yeterli servis olmayınca kadınların işyerlerine ulaşmaları zorlaşıyor.
3- Düşük ücretler yüzünden kadınların iş gücüne katılımı astarı yüzünden pahalı oluyor.
4- Sosyal politika açısından okul öncesi eğitim ve kreşin yetersizliği; hükümetin dağıttığı engelli ücretleri nedeniyle kadınlar eve bağlanıyor.
Kadının toplumdaki görünürlüğü önündeki engellerin başında geleneksel erkek egemen kültürü de eklemek gerekir.
Bu yazının başlığına taşıdığım sorgulayıcı tutuma, tam da bu noktada ihtiyaç duyuluyor. İslamcı kadınların dini yorumlayış biçimleri, kültürel-geleneksel tutumları onları kendi aralarında katmanlara ayırıyor.
Türbanlı kadınların bir kısmı, kamuda kadınların eşit temsilinin sağlanması ya da en azından minimum yüzde 33 kota uygulanmasını isteyen Avrupa Konseyi’nin Ocak 2010 kararlarını aynı ölçüde desteklemiyorlar.
Ya da 2005 yılında Avrupa Birliği’ne uyum süreci nedeniyle çıkartılan yasaya göre, nüfusu 50 bini geçen belediyelerde, en az bir kadın sığınma evi bulunması zorunluluğuna karşın, Türkiye’de halen yalnızca 54 sığınma evinin açılmış olmasını tartışmaya açmıyorlar.
Kadın sorunu karartılıyorBM Kadına Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Ortadan Kaldırılması Komitesi (CEDAW) Türkiye’den türban yasağının eğitim, sağlık ve kamu alanlarında etkilerinin incelenmesini istiyor. Töre cinayetleri istatistiklerini yetersiz buluyor.
Mesela türbanlı kadınlar, tecavüze ve aile içi şiddete karşı “Bedenimiz bizim” diyen kadınlarla aynı saflarda yer alabilecekler mi?
Mesela türbanlı kadınlar, hastane ve adliyelerde Türkçe bilmediği için zorluk yaşayan kadınların yanında, Kürtçe konuşan tercüman istihdamına katkı verebilecekler mi?
Hadi hepsinden vazgeçtim, türbanlı kadınlar, emekçi kadınların “8 saatlik iş günü” talebi ile ortaya çıkan “8 Mart Dünya Kadınlar Günü”nü, hak ve özgürlük mücadelesi olarak kutlayabilecekler mi?
Avrupa Komisyonu’nun 9 Kasım’da açıklayacağı “İlerle Raporu”nun içeriği basına yansımaya başladı.
Evet, türbanlı kadınlar söz konusu rapora olumsuz gelişme olarak yansıyacak, “ifade ve basın özgürlüğü” meselesine el uzatabilecekler mi, yoksa ona da “mahrem” mi diyecekler?