Türkiye Değişim Hareketi’nin (TDH) mitinglerini izlemiş üç-beş gazeteciden biriydim; başta gençlerin, kadınların ve siyasete yeni adım atan işadamlarının, akademisyenlerin varlığı dikkat çekiyordu...
TDH lideri ve Şişli Belediye Başkanı Mustafa Sarıgül, 21 Haziran tarihli açıklamasıyla partileşme sürecini durdurdu.
Şimdi ortaya çıkan asıl soruya gelelim: TDH’nin ortaya çıkmasından zarar gören kimdi? Partileşme sürecini durdurması kime yarayacak?
TDH kurucularından araştırmacı-siyasetçi Bülent Tanla, “Halkın sesini dinleyerek, toplumdaki dinamikleri dikkate alan bir tavır benimsedik. CHP yönetimi ile görüşerek veya herhangi bir siyasi pazarlık yürüterek bu kararı almadık” derken, “hareketin” yol haritasını ortaya koyuyor:
“İl başkanları ile yaptığımız toplantıda, bundan sonra atılacak siyasi adımlar konusunda Sarıgül’e yetki verildi. TDH siyasi projelerini hayata geçirecek çalışmaları sürdürecek. Kürt sorunu, inançlar ve ekonomi alanlarında raporlar hazırlayarak, toplumsal talepleri siyasete taşımaya çalışacak.”
TDH baskı grubu olabilecek mi?
Açıkçası ben Sarıgül’ün açıklamasından sonra TDH dinamiğinin, (ki eğer gördüğümüz bir yanılsama değilse, meydanları dolduran kalabalıklar yalnızca koltuk peşinde koşmuyorsa) bir anda buharlaşacağı kanısında değilim.
Ve eskilere gidiyorum...
Turgut Özal’dan sonra ANAP’ın başına Mesut Yılmaz’ın geçmesiyle genç tabanda kurulan “Arı grubu”nu anımsıyorum.
Arı grubu, ANAP’ı entelektüel olarak destekleyecek ve STK’larla bağını güçlendirecek genç bir örgütlenmeydi; nihai hedefleri de siyasi kadrolar yetiştirmekti.
Böyle olamadı! Yılmaz ile Arı grubu arasında fikir bölünmeleri, çıkar çatışmaları doğdu.
Pekala TDH, Arı grubunun başaramadıklarını gerçekleştirip, CHP’nin gençleşmesi ve farklı kesimlerin katkılarıyla gelişen bir fikir piyasası oluşmasına katkı sağlayabilir.
Loğoğlu ve Dereli’den mektup
Geçtiğimiz günlerde TDH kurucu üyeleri Zeynep Dereli ve Türkiye’nin eski Washington Büyükelçisi Osman Faruk Loğoğlu imzası ile teşkilata “CHP çatısında birleşme” önerilerini dikkate aldıklarını belirten şu mektup gitti:
“Sarıgül, Türkiye’nin çıkarları için, ana muhalefet partisi CHP’nin yeni lideri Sayın Kemal Kılıçdaroğlu’nu desteklemek adına, siyasi parti kurmayacağını belirtti. Bizim için alınması kolay bir karar değildi. TDH, önümüzdeki genel seçimlerde çok önemli bir rol oynamaya ve giderek etkisizleşen AKP hükümetini iktidardan almaya hazırdı. Ne var ki, CHP liderliğinin Deniz Baykal’dan Kemal Kılıçdaroğlu’na geçmesi, siyasi manzarada yükselen beklentiler yarattı. TDH’nin parti tabanı ve sempatizanları, halktan gelen talep üzerine, TDH liderliğinden, halkın çıkarı için kendi pozisyonunu yeniden gözden geçirmesini ve CHP çatısında birleşmeyi talep etti.
Sayın Sarıgül, Türkiye’nin ihtiyaç duyduğu değişim ve AKP’nin iktidardan uzaklaştırılması için Kılıçdaroğlu’nun CHP’sinin bir şansı hak ettiğini ifade etti. TDH’nin kurucuları olarak, fikir ve hedeflerimizi, CHP’nin gelecek seçimleri kazanmasına yardım ederken dahi, geliştirmeye devam edeceğiz. Demokrasinin, hukukun üstünlüğü prensibinin, insan hakları, temel özgürlükler ve cinsiyet eşitliğinin güçlendirilmesi hususlarında ısrarlarımızı koruyacağız. Türkiye’nin AB üyeliği hedefini ve Avrupa- Atlantik topluluğunda istikrarlı bir üye olarak kalmaya devam etmesini ısrarla talep edeceğiz. TDH, Türkiye’de değişimin gücü olmaya devam edecek.”
Başta sorduğum soruya geri dönersem; yani TDH’nin “durması” kime yarayacak sorusuna...
TDH’nin CHP’yi böldüğü iddiasını temel alırsak adres belli.
Sarıgül’ün meydanlarda tekrarladığı, Tayyip Erdoğan ile bütünleşen “Kimsesizlerin kimsesiyiz” sloganının, iktidar partisi ile TDH arasında “tematik” yakınlık kurmak isteyenleri rahatlatan bir şifre olduğunu unutmayalım.
TDH tabanını “çantada keklik” olarak görmek yerine; toplumdaki değişim ve yenilenme arzusunun işaret fişeklerinden yalnızca biri olarak algılamak daha doğru olabilir.