Şık bir davet; Türkiye’ye yatırım yapmaya gelen küresel bir oyuncunun konuklarıyız. Konularımızın da bu atmosferden beslendiğini düşünebilirsiniz ama öyle olmuyor.
Davetin girişinde TİSK Genel Sekreteri Bülent Pirler ile karşılaşıyorum.
Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu’nun (TİSK) cumartesi günü yayımlanan Türkiye İş Gücü Anketi’ne ilişkin görüşlerini aktarıyor.
“2008 yılını ancak 2013 yılında yakalayabileceğiz” diyerek söze giriyor.
“Sanayicinin duyduğu endişe azalmadı, bıçak üstü bir dengede yoluna devam ediyor. Krizin istihdam artışı sağlanamadığı sürece devam edeceği konusunda fikir birliği var” türünden görüşleri sıralıyor.
Pirler, krizden etkilenerek üretimini bir süre durduran veya kapasitelerini düşüren işletmelerde çalışanlara ödenen “kısa çalışma ödeneği” uygulamasının 31 Aralık 2009 tarihi itibariyle bittiğine dikkat çekiyor.
“Kısa çalışma ödeneğinin 2010 yılında da uygulanması için acil olarak karar alınmalı. Aksi haldi bu kesim de işsizler arasına katılacak” diyor Pirler.
OECD: 2010’da yeni zirve
TİSK’in yaptığı “alternatif işsizlik oranları” araştırmasına göre en geniş tanımlı işsiz sayısının 5 milyon 909 bine ulaşmış olması ve Aralık 2009’daki işsizlik ödeneği başvurusunun Eylül 2008’e göre yüzde 158 oranında artması, istihdamda tehlikeli gidişe işaret ediyor.
2009 Eylül ayında, klasik tanıma dayalı işsiz sayısındaki 12 aylık artış oranı Türkiye’de yüzde 30.6, dünyada yüzde 21.5, gelişmekte olan ülkelerde yüzde 14.4, gelişmiş ülkelerde ise yüzde 58 olarak gerçekleşmiş.
Bu veriler bize küresel ekonomiye entegre olan liberal piyasaların, korumacı ve içe kapalı ekonomilere göre krizden daha çok etkilendiğini gösteriyor.
OECD tahminlerine göre işsizlik 2010 yılı boyunca da artmaya devam edecek ve yılın ikinci yarısında dünya çapında 57 milyon işsizle, yüzde 10’luk yeni bir savaş sonrası zirve yapacak.
Bu araştırmaları vermemin tek bir nedeni var; o da istihdam sorununun başlı başına ele alınmasını gerektirecek önceliklere sahip olduğunu vurgulamak!
Çalışma yaşamında ipler koptu
Yine içinde olduğum davette “istihdam” konusuna bir başka pencereden bakan TOBB Kadın Girişimciler Kurul Başkanı Aynur Bektaş’ı dinliyorum.
Konfeksiyon işçisinin “ağır işler” grubunda tanımlanmasına itiraz ediyor. Öte yandan, tekstil işçisine Milli Eğitim Bakanlığı elamanlarınca “sertifika” düzenlemesi ve kadınlara her ay 5 günlük “regl dönemi” izni verilmesinin de gerçekçi olmadığının altını çiziyor.
Rakamlar, son yapılan yasal düzenlemeler ve kurumlar ile hükümet arasındaki iletişimsizliği alt alta koyarsak, ortaya çok daha karamsar bir tablo çıkıyor.
“Üçlü Danışma Konseyi” olarak anılan hükümet-işçi-işveren kesimlerinin bir araya geldiği aylık toplantılar işçi ve işveren sendikalarının Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Ömer Dinçer’e tavır almalarından dolayı yapılamıyor.
Kasım 2009 sonu İŞKUR Genel Kurulu’nda sendikaları “vizyonsuzlukla” suçlayan Dinçer’e yönelik Türk-İş, TİSK, Hak-İş ve DİSK’in aldıkları ortak tavır sonrası, Sosyal Güvenlik Genel Kurulu’nda da KESK, Kamu-Sen, Türk Eczacıları Birliği (TEB) ve Kamu-Sen’in protestolarının da eklenmesi çalışma dünyasında iplerin koptuğunu gösterdi.
İş dünyası örgütlerinin ağırlıkta olduğu Ekonomik ve Sosyal Konsey toplantılarına gelince; o da yapılamıyor. Geriye çalışma yaşamının sorunlarının tartışılacağı tek arena kalıyor; sokaklar!
Demokrasinin kurumlarıyla yaşayan bir rejim olduğunu hatırlatarak, çok sesliliğe katkı yapmak isterim.