Reklamcılar Derneği Başkanı Jeffi Medina ve Reklamcılar Derneği ile birlikte Reklamcılık Vakfı Genel Müdürü de olan Ayşegül Molu'yla sohbetimize, "anlatma" gerekliliğini sorarak giriyorum.İş dünyasında pazarlamanın öneminin benimsenmesi ve marka bilincinin orta ölçekli işletmelere yayılmasının önemine değiniyorlar.Çokuluslu markalar ve büyük şirketler reklam pazarının "hâkim" müşterisi olmalarının ötesinde, gelişen KOBİ'lere seslerini duyurmak istiyorlar.Molu, "Reklam sektörü 2004'te yüzde 47, 2005'te yüzde 27 büyüdü. 2006 büyüme hedefi ise yüzde 25. 2005 yılında toplam 2 milyar 220 milyon dolara ulaşan reklam gelirlerinin paralelinde, uluslararası pazarda yer bulacak nitelikte yaratıcılık da sergiliyoruz" diyor. Bu yıl 18'incisi düzenlenen "Kristal Elma Yaratıcılık Yarışması", 9 Haziran'da iyi fikirleri ödüllendirecek. Reklamcılar Derneği basında geniş yer alma geleneği bulunan söz konusu ödül töreninin öncesi, ilk kez bir ekonomi sayfası yazarına (bana) "durumu" anlatma gereğini hissediyor. Anlamakta zorlandığım bir başka istatistiki bilgiyi de veriyorlar. Kişi başına reklam harcamalarının gayri safi milli hasılaya oranına bakıldığında (WARC 2004 verileri) ilk üçe; yüzde 3.73 ile Uruguay, yüzde 3.69 ile Ukrayna, yüzde 3.65 ile Romanya girerken, yüzde 2'nin altında yer alan Bulgaristan 11'inci, Brezilya 13'üncü, Yunanistan 31'inci, binde 43 ile Türkiye 64'üncü basamakta yer alıyor.Dünyanın ilk 20 ekonomisi arasında yer alan Türkiye'de kişi başına düşen reklam harcaması 18.1 dolardan ibaret. Oysa bu rakam Hong Kong'da 700, ABD'de 400, Avrupa Birliği ülkelerinde ise 200-300 dolar aralığında...Alınacak yol ortada da, peki bu yolu kim alacak?Kârlılığın pazarlama öncelikli üretim planlaması yapmaktan geçtiğini anlayanlar.Oturduğun yerde en kaliteli malı üret dur; kim bilecek, kim duyacak, kim alacak?Tam da bu noktada marka bilinci, bireysel yaratıcılık ve düşünce kalitesi gibi kavramlarla tanışmak gerekiyor. Reklam fakiri Ülkenin yaratıcılık-yenilikçilik çıtasını belirleyen başlıca unsurların, her yıl yayımlanan yeni kitap sayısı, patent başvuruları, açılan sergi sayısı gibi "sayısal" verilerin yanı sıra, bazı kültürel endekslerin işaret ettiği olgular olduğunu söyleyen Medina, "Hiyerarşi, yatay iletişim izleği, gücün merkezileşmesi, astların kontrol altında tutulması, gücün dağıtımı ve değişime yönelik direnç" gibi faktörlerin, "yenilikçi" kapasiteyi düşürdüğünü söylüyor.Özgürlük, dışa yönelmek ve üst düzey yönetimle temas içinde olmak ise yaratıcılığı geliştiriyor.Reklamcılar, bireyci toplumları kolektivist toplumlardan daha yenilikçi buluyorlar. Türkiye bireysellik-toplumculuk endeksinde 37 skoruyla "toplulukçu" yapıda değerlendiriyor. Reklamcıların "yenilikçilik kapasitesi" açısından eleştirel yaklaştığı bu "halay" toplumu olgusunu "Biz uyumlu bir ekibiz" diye yüceltiyor, "Ne kadar bireycisin?" diyerek aşağılıyoruz. Benzer çelişki "marka" kavramında da ortaya çıkıyor. Dilimizde marka, "sosyal statü kaybı" olarak tanımlanıyor ve "marka düşkünü" denilen "görgüsüz" kategorisi yaratıyoruz.Sorumluluk duyan, güven veren üreticinin ürününü "markası" ile dosta düşmana ilan etmesinin, rekabetçi ekonominin bir gereği olduğunu da öğreneceğiz.Aksi bir durum olsaydı, TGRT'ye de talip olan medya devi Robert Murdoch reklam sektörüne girer miydi? Yönetimi de Cem Boyner'de kalmak üzere, Boyner grubuna eşit ortak olan dünyanın en büyük özel sermaye şirketlerinden KKK yatırım yapar mıydı? syilmaz@milliyet.com.tr Marka düşkünü!