Kitaplarını okurdum, kitaplarını imzalar gönderirdi.Kızıl saçlarına özenirdim, boyasız ve pırıl pırıl akardı yanaklarından. Yumuşak sesli, özlü sözlü olurdu Duygu Asena.Leyla Umar; Ayşenur Arslan, Asena ve beni Fidel Castro ile tanıştırmak için bir Küba gezisine gitmeye ikna etmişti.Umar, "Kilo almışsın Fidel" diyerek elini Castro'nun göbeğine yerleştiriyor; karşılığında da Küba liderinin "Papa'nın bizi ziyaret etmesini nasıl değerlendiriyorsun?" sorusunu yanıtlıyordu..Umar, Castro'ya Ayşenur ile beni tanıştırırken çok zorlanmamıştı: "Türkiye'nin solcuları."Sıra Asena'yı takdime gelince Umar biraz duraladı, ağzından "Kitapları çok güzel ama son romanında çok seks var" sözleri dökülüverdi.Castro o an dikleşti ve Asena'ya "Otobiyografi olmasın sakın bu kitap" esprisi yaptı.Umar, Asena'yı uğurlarken "Benden 18 yaş küçükmüş biliyor musun, kızım olacak yaşta" diyordu bana. Ekonomi ve kadın dünyası birbirinden ayrı duruyordu. Birbirimize "misafir" gelmiş gibi olurduk, sohbetlerimizde. Yüzüne demedim ama benim için de bir dönüm noktasıydı "Kadının Adı Yok" kitabı.Biz üniversiteli kızlar cinsellikten, varoş kadınları kadar rahat konuşamazdık. Solculuk da engeldi "belden aşağı" inmeye...Geriye kitaplar kalıyordu.Okumak için "bu işlere" ayıracak vakitler yoktu.Kadını okuyacaksak, faşizme direnen Mitka Gribçeva'nın "Seni Halk Adına Ölüme Mahkûm Ediyorum" romanına sarılacaktık.Alman komünistlerinden Clara Zetkin'in "Lenin ile Anılar" kitabını ezberlemeliydik:"Proletarya, kadınların tam kurtuluşu için savaşmadan kendisini kesinlikle kurtaramaz..." (V. İ. Lenin) Zetkin'i okurduk 1980'leri geride bırakamamıştık henüz. Eşlerimiz ya içerideydi, ya da işkenceli bedenlerini yeni hayata hazırlamaya çalışıyorlardı. Çocuklarımız eli kalem tutacak yaşta babalarıyla tanışıyorlardı.Kadınlar dışarıda kalmışlardı, tek başlarına."Ben" demeyi öğreniyorlardı. Kadınların "küçük genç kızlıklarından" bir darbeyle uyanışları erkekleri de sarsıyordu.Evlilikler tutkaldan düşen iğneler gibi savruluyordu.Evlerde dertleşiyorduk. Bu sohbetler bizim içindi! Kitle çalışması değildi. Kimseye öğretecek bir şeyimiz kalmamıştı, bilmediklerimizi anlamaya çalışıyorduk.Asena bu dönemde çıktı karşımıza. İlk kez "bizim kızlar"la cinselliği konuşmaya başlamıştık.Asena bir kere "Pandora'nın kutusu"nu açmıştı; bütün "ayıplar" ortaya dökülmüş, içinden umut çıkmıştı.Asena'ya içimizden bir küçümsemeyle yaklaştık. Siyaset doktoru Şirin Tekeli'nin araştırmalarıyla ilgilenmek bize daha uygundu. Pandora'nın kutusu Tansu Çiller henüz Boğaziçi Üniversitesi'nde ekonomi profesörü, "ahbaplık" ediyoruz. Bir gün odasında konuşurken, "Hep cinsellik mi tartışılacak? Aydınlar, kadının ekonomik ve sosyal hayattaki gerçeğini anlatmayacaklar mı?" diye çıkışırken buldum kendimi...Çiller'in gözleri doldu, çok etkilendi nedense bu eleştirimden.Çekmesini açtı ve içinden Kenan Evren'e gönderdiğini söylediği bir "Kadın Raporu" çıkardı."Saçlarım ağarmadan kadın meselesini toplum önünde konuşmayacağım!" dedi en kararlı haliyle.Donup kaldım.Başbakan olmaya cesaret eden Çiller, toplumsal direnmelerle güçsüzleştirilmekten ürküp kadın raporu açıklamamıştı!Duygu Asena cesurdu. Hiçbirimiz ve hepimiz olabildi.Yakalarında mor çiçeklerle cenazeye katılanlar ve Asena'nın Kadınca dergisindeki editörü, Sosyalist Demokrasi Partisi (SDP) Genel Başkanı Filiz Koçali gibi, tabuta el veren kadınlar içinde "bizim kızlar" da vardı! syilmaz@milliyet.com.tr Çiller'in korkusu