Masamızdaki Fransız konukların; Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün, TÜSİAD'ın Fransa'daki paydaşları ve kanaat önderleriyle birlikte kurduğu Paris Boğaziçi Enstitüsü'nün, önceki akşam Sabancı Müzesi'nde düzenlenen akşam yemeğinde yaptığı konuşmasının "üç yerinde" desteklendiğini gözlemliyorum.
Birincisi, Fransa'nın, Türkiye'nin AB tam üyeliğine karşı takındığı olumsuz tavrı sorgulayan Gül'ün "Ne var ortada?!" çıkışıydı...
"2008 yılında Fransa, Türkiye'ye 5.7 milyar euro değerinde mal satmış, ülkesine kar ve istihdam sağlamış. Fransa'nın ihracatında Türkiye 12'nci sırada. Japonya, Yunanistan ve Cezayir'in önünde... Türkiye, Fransa'nın en büyük tedarikçi ülkelerinden birisi. Türkiye Fransa dostluğu ticaret rakamlarından çok daha değerlidir."
İkinci onay Gül'ün "Türkiye'de değişim çok hızlı ilerliyor" diye başlayan şu konuşmasıyla geliyor:
"Türkiye'de tabular yıkılıyor. Türkiye'de birçok kişinin 'Bu olmaz' dediği, hatta bizim bile çekindiğimiz konular, hayatımızın günlük parçası haline geliyor. Ekonomik, demokratik hayatta, hukuk standartlarında, diğer ilişkilerde inanılmaz serbest tartışmalar var ama bazı dostlarımız zannediyor ki, Türkiye'de şunu ifade ederseniz hapse atılırsınız, şunu söylerseniz yasak gelir, bunu söylerseniz gazeteniz kapanır, bunu söylerseniz elinize kelepçe vurulur. Türkiye'de bu dönemler geçti. En aykırı düşünceleri, yeter ki arkasında şiddet olmasın, bu ülkede konuşursunuz, söylersiniz."
Batı’ya eksenlerini hatırlattı
Üçüncü sessiz alkış ise Gül'ün "eksen kayması" tartışmasına yaptığı katkı ile ortaya çıkıyor.
Gül, Enstitü'nün sabahki oturumun konuklarından Fransa Avrupa Bakanı Pierre Lellouche'un "Türkiye çıkarlarının gerektirdiği şekilde hareket ediyor. Başarılı bir şekilde kartlarını oynuyor. ABD'nin Meksika ve Guatemala ile ilişkilerini yönlendirmeye kalkmıyoruz" ifadelerini kuvvetlendiren açıklamalar yapıyor:
"Nasıl ki İspanya Latin Amerika ile Fransa, Afrika ile Polonya, Doğu Avrupa ile çok ilgileniyorsa, Türkiye de tarihinden gelen avantajları kullanarak bazı ülkelerle ve çevresiyle tabii ki ilgilenecek. Türkiye AB'ye tam üye olursa, Türkiye'nin bu tarihten gelen avantajları ve ilişki içinde olduğu ülkeler AB'nin zenginliği olacaktır. Türkiye hangi değerler doğrultusunda gelişiyor buna bakmak lazım."
‘Allah’ın Kızları’ yargılanıyor
Enstitü'nün Eşbaşkanı Haluk Tükel, Sabancı Üniversitesi Uluslararası Danışma Kurulu Üyesi Kemal Derviş'in de yönetiminde yer aldığı, Fransa ve Türkiye'den 40 üyeden oluşan "Bilim Kurulu" nu hatırlatıyor.
Derviş ve Gül aynı masada sohbet ederken; Kurul üyelerinden, Fransız Bilimler Araştırmalar Merkezi (CNRS) Araştırma Direktörü ve Sorbonne Üniversitesi'nde Türk edebiyatı dersleri veren Nedim Gürsel'in başına gelenleri dinliyoruz...
Adnan Hoca taraftarı olduğu ileri sürülen bir okur, Gürsel'in 2008 yılında piyasaya çıkan ve İslamiyet'in doğuş dönemini ele alan "Allah'ın Kızları" romanı hakkında Diyanet İşleri Başkanlığı'ndan görüş soruyor.
Diyanet bu talep üzerine hazırladığı bir sayfalık raporda, kitabın toplumun dini duygularını incittiğine hükmediyor!
Bunun üzerine kendisine yapılan şikâyeti değerlendiren Savcılık, "takipsizlik" kararı veriyor.
Kararı "Beyoğlu Ağır Ceza Mahkemesi" bozuyor, Şişli Asliye Ceza Mahkemesi'nde duruşmalar başlıyor.
Mahkeme Gürsel'in beraatına karar veriyor ancak dava temyize gidiyor...
Devletten hem ödül, hem yasak
Filmi geriye saralım; eserleri 12 dile çevrilen Gürsel için Türkiye'de ne değişti diye soralım...
12 Eylül 1980 askeri yönetimi, Gürsel'in Türk Dil Kurumu ödülünü alan "Uzun Sürmüş Bir Yaz" öykü kitabını toplatıyor.
Buradaki ironi de dikkat çekici; 1980 öncesi Cumhurbaşkanlarından Fahri Korutürk'ün elinden ödülünü alan Gürsel, Kenan Evren tarafından mahkemeye veriliyor.
1983'te basılan "İlk Kadın" romanı ise müstehcen görülüp yasaklanıyor.
Gürsel, geçirdiği bu iki soruşturmadan sonra Paris'te sürgün hayatı yaşıyor.
Bu noktada soluklanıp şu soruyu sormak gerekiyor: Türkiye değişimin samimiyetine inanıyor mu?