Ortadoğu, küreselleşme ve çevre konularında yazdığı kitaplarla 3 Pulitzer Ödülü alan New York Times yazarı Thomas Friedman, İstanbul’da verdiği konferansta, Washington yönetiminden duyduğu kaygıyı “Amerika’nın ulus inşası ile ilgileniyorum” sözleri ile dile getiriyordu.
Friedman’ın sözleri Boğaz’ın sularına yazılmadı; bugün adrese teslim edildi.
1995 yılından beri Türkiye’yi ziyaret eden Friedman henüz ülkesine varmadan, gazetesindeki köşesinden ABD Başkanı Obama’ya “İstanbul’dan mektup” gönderdi.
Yazar, Obama’ya Türkiye’nin Ortadoğu’daki rolünü hatırlatarak, Başbakan Tayyip Erdoğan’ı, ABD başkanlarının yazlık konutu olarak anılan Camp David’e davet etmesi için çağrıda bulundu.
Amerika’nın Maryland Eyaleti’nde küçük bir kasaba olan Camp David ilk ününü, Mısır-İsrail barış anlaşmasının imzalandığı yer olarak yapmıştı.
Friedman, Özyeğin Üniversitesi’nin davetlisi olarak önceki gün Swissotel’de “Sıcak, Düz ve Kalabalık” kitabına atıfla verdiği konferansta, Amerikan yönetiminden duyduğu kaygıları dile getirip, “Çin optimal çözümlerle hareket ederken; ABD dünya liderliğini daha ne kadar sürdürebilir?” diye soruyordu.
Amerika’nın Irak’ı işgal etmesini “demokrasiyi inşa etmek ” gerekçesi ile savunan Friedman, “Arap dünyası büyük bir benzin istasyonuydu. Irak, İran, Cezayir, Suudi Arabistan’daki insan hakları ihlalleri görmezden geliniyor, ‘Beyler (Orada kadınlar zaten yok) istediğinizi yapın; yeter ki pompalarınızı açık tutun, petrol fiyatını düşürün; İsrail’i de rahatsız etmeyin’ deniyordu.
El Kaide bizi arkamızda olanlar nedeniyle vurdu” sözlerini “Önce Amerika düzelecek, sonra dünya” tezi ile tamamlıyordu.
Gazze eylemi Sincan’ı hatırlattı
Friedman eğer Türkiye’de yaşasaydı, ülkesinin geleceğine ilişkin duygularını anlatmak için sanırım “kaygı” kelimesi ile yetinmezdi...
Nedenini açıklayayım: Dış politikada belirlenen “sıfır sorun” stratejisi, “full soruna” doğru tam gaz ilerliyor...
Aydınlar Türkiye-Amerika ilişkilerine ayar vermeye çalışırken, bu kez Çin ile Türkiye arasında yeni bir kriz ortaya çıkıyor.
Konsolosluklar, Çin Halk Cumhuriyeti Dış İşleri Bakanlığı’nın verdiği nota doğrultusunda; Çin vizesi için işlem yapma yetkisine sahip acentelere, Türkiye’ye turistik vize vermeyi durdurduklarını bildirdiler.
11 Haziran sabahı başlayan uygulamanın, gerekçesi ve ne zamana kadar süreceği konusunda da bir bilgi verilmedi.
Çin’deki nehirlerde kurvaziyer turizmi yapan şirketlerden Tura Turizm’in sahibi Erkunt Öner son gelişmeleri doğrulayarak, “Çin, bundan iki yıl önce de 3-4 ay süre ile Türkiye’den gidecek turistlere vize vermeyi durdurmuştu” diyor...
Türkiye’den Çin’e bir yılda ortalama 90-100 bin civarında turist gidiyor. Gemi ve kruvaziyer kelimelerini bir arada kullanırsam; Gazze’ye yardım götürmek için yola çıkan Mavi Marmara’yı uluslararası sularda basıp, 9 Türk vatandaşını öldüren İsrail askerlerini hatırlamakta güçlük çekmeyeceğinizi düşünüyorum.
Mavi Marmara olayıyla birlikte kimi çevrelerde; Çin yönetiminin, Sincan-Uygur Özerk Bölgesi’nde yaşayan Uygur Türkleri’ne yönelik uyguladığı şiddet politikası güncelleniyor.
Pekin’in, turistik vizeyi kaldırmasını “Aktivistlerin, (İHH ve benzeri) Uygur Türklerini desteklemek için yola çıkma olasılığını gözardı etmiyorlar” diye yorumlamak, sanırım bizi gerçeğin çok da uzağına savurmaz.
Kapılar bir bir kapanacak mı?
Bu yazının ekseninin Çin ve Amerika olmasını rastlantı gibi okumamanız için size Friedman’ın, petrol krizi ile dünya barışı arasındaki ilişkiyi ortaya koyan analizini özetleyeceğim:
“Amerika daha çok tüketti, Çin daha çok üretti; Çin daha çok dolar kazandı, Amerika daha çok bono sattı; Çin daha çok kömür yaktı; Amerika’nın enerji maliyetleri yükseldi; bu döngü 10 yıldır tekrarlandı ve dünya duvara çarptı.”
Türkiye’nin küresel krizde yalnızlaşmaması; yürüttüğü Müslüman coğrafyanın tüm sorunlarını üzerine çeken “mıknatıs diplomasi” yerine, barışın reel politiğini inşa etmesi ile mümkün
görünüyor. Ki dünyanın kapıları bir bir yüzüne kapanmasın!
Umarım İsrail’e vizeyi kaldırmayı düşünen Türk Dışişleri, elindeki bıçağın iki tarafının da keskin olduğunu hesaba katıyordur.