Oğlumla birlikte 20 kamaralı Pegasus teknesiyle Yunan adalarına yaptığımız gezideki izlenimlerimi...Turgutreis'in karşı kıyısındaki Kos'ta, Kapalıçarşı gibi bir yere gittiğimizde karşılaştığımız Türk kökenli Yunan vatandaşlarının hiç de az olmadığını...Kos'ta 2 bin kadar Türkün yaşadığını. Adadaki iki caminin de ibadete açık olduğunu.Yunanistan'ın euro'ya geçmesinden sonra, Avrupalıların bu ülkedeki fiyatları kendi ülkelerinde fiyatlarla karşılaştırma yapma olanağı bulduğunu, bu nedenle "kazıklanmak"tan kurtulduğunu ve dolayısıyla az harcama yaptığını..."Cebimde yabancı para kalmasın, tüketeyim" eğiliminin ortadan kalktığını...Yunan adalarındaki yiyecek ve içecek fiyatlarıyla Bodrum'daki fiyatları karşılaştıran turistlerin, "Türkiye pahalı" dediğini...Deniz yolculuğunun pasaport kontrol veya bavul taşıma gibi sorunlar olmadan, farklı varış noktalarına gezi lüksü verdiğini...Parmak arası terlikle bir seyahati tamamlayabildiğinizi...Küçük gemilerin limanlarda itilip kakıldığını... Çıkan fırtına nedeniyle programda olan adalara gidemeyip bir limanda bekleme yapma sürprizine hazır olunması gerektiğini...Kuşadası'na varamayan teknemiz nedeniyle, turizm şirketini bize feribotla Bodrum'a çıkarmak ve oradan ulaşımları sağlamak zorunda kaldığını...Deniz yolcuğunda aldığımız risklerin sinirleri gerdiğini...Hepsi hepsi uçtu gitti aklımdan. Bodrum'da haberleri dinlerken, kendimi dizlerimi döve döve ağlarken buldum. Size ne yazmak istiyordum biliyor musunuz? Ölüm acısına verdiğim tepkiyi ilk kez babamı kaybettiğimde deneyimlemiştim. Hiç böyle olmamıştı; babam ellerimin arasından uçup gittiğinde sessiz bir gözyaşı seline kapılmıştım. Gençti ama çok hastaydı, başında son anını bekler olmuştuk. Tıbbın tükendiği yerdeydik.TV'de "şehit" cenazelerini izlerken ise kendimi dizlerimi döve döve ağlarken buldum. Benim de Anadolu'daki kadınlar gibi hem konuşup hem de dövündüğüme tanık oluyordum. Ağıtlar yakıyordum derinden...Yedi cenazenin ardından söylenen teselli sözcüklerine, törenlere sığınamıyordum.Oğlunun tabutu başında annenin ağzından dökülen "Bisiklete bindirmedim, kaza yapıp ölür diye..." sözleri yüreğime çivi gibi çakıldı. Oğlumu büyütürken tam da bu endişeyi yaşadığımı hatırladım. Öyle ki küçücük ayaklarıyla yokuş aşağı yürürken bile seyredemezdim, yüzükoyun düşüp eli yüzü kan içinde kalacak diye ödüm kopardı.Yeri gelseydi, tek tek annelik korkularını dinleseydim, "Hepimiz böyleyiz işte!" diyecektim; bazılarımıza özel bir zaaf olarak nitelemeyecektim, "yüreğinin ağzına gelmesi" halini. Yeri geldi (!) oğlunu Hakkâri'de yitiren anneyi dinledim TV'den...Beynim uçtu, kanım çekildi.Oğlum askerlik çağında. Üniversiteyi yeni bitirdi. "Askerlik sorununu aradan çıkarmak istiyorum" dediği zaman, "Ne acelen var, yüksek lisans, master yap, sonra gidersin" cevaplarıyla geçiştirdim, "o büyük korkuyu"...Artık "ateş düştüğü yeri" yakmıyor. Bütün ana-babaların, ailelerin, insanların yüreği dağlanıyor. syilmaz@milliyet.com.tr Neye ağlıyoruz?