Taksim Gezi Parkı’nda 10-20 Ağustos tarihleri arasında düzenlenen “4. Altın Eller Geleneksel El Sanatları Festivali”ni gezmeseydim, Anadolu’daki el sanatlarının uluslararası alana taşınması için yalnızca “bilinçli“ bir elin dokunmasının yeterli olacağına bu kadar inanmazdım.
Anadolu’nun 27 ilinden, 78 sanatçının katıldığı bu festivalin hak ettiği ilgiyi görmemesi de çok çarpıcıydı.
Neden, her biri kendi alanında “tek“ olan el sanatları ustalarının, bir arada bulunmasının kıymetini algılamakta zorluk çekiyoruz?
Bu sorunun yanıtını, festivalin Çin pazarı görünümünden kurtulamamasında arıyorum.
Troya’nın elbisesi
Zanaatkârlarla uzun uzun sohbet ettik.
Aralarında çok kıymetli bağlantılar yapanlara rastladım: 1000 ayar gümüş iplikten takı yapan Hasan Tabakoğlu İspanya’dan vatandaşlık teklifi almış.
Denizli’de tahta kalıplarla ve geleneksel yazma boyalarla baskı işleri yapan Tahsin İstangel, Troya filminde kullanılan giysileri dokumuş.
Yine Troya’nın yanı sıra Harry Porter gibi ünlü yabancı filmlere ayakkabı yapan yemenici Hayri Usta, yerli dizilere de ürün satmaya başlamış.
Başbakan Tayyip Erdoğan’ın Erzurum gezisi sırasında dükkânına yaptığı ziyaretin resmini kartvizitine bastıran oltu taşı ustası Necdet Gür, modern tasarımlarla Nişantaşı’na çıkacak yol arıyormuş.
Konya’dan keçeci Mehmet Girgiç, Selçuk Üniversitesi’nde keçe işçiliği dersi verecek kadar ustalaşmış.
Diyarbakır’da kadınları bir araya getirerek “Diyarbakır İpek“ firmasını kuran Anadolu Kadın Girişimciler Federasyonu Başkanı Nilüfer Baran bir adım daha atmış.
İstangel, dernekleşme süreci içinde olduklarını, “Kültür Bakanlığı bizden mal alırken önceleri yüzde 10-20 indirim isterdi, iskonto talepleri yüzde 70’e kadar çıktı. Herkes Anadolu sanatçısının yaptığını en ucuza almanın peşinde” sözleriyle anlatıyor.
Yurtdışında Türk el sanatlarına ilginin arttığını söyleyen İstangel, kuruluş çalışmaları yürüyen, “Anadolu El Sanatları Geliştirme ve Yaşatma Derneği“nin pazarlama sorununa da çözüm bulacağını vurguluyor.
Tasarımcı buluşması
Kültür ve Turizm Bakanlığı’na bağlı Döner Sermaye İşletmesi Merkezi (DÖSİM) 4-6 Mayıs 2009 tarihlerinde yapılan ihale sonucunda, 55 müze ile ören yerlerinde açılacak mağazaların işletmesini 8 yıllığına Bilkent Holding kuruluşlarından Bilintur’a devretti.
Bilintur müze ve ören yerlerinde Türk kahvesi ve lokumu ikramlarının yapılacağı kafeler de işletecek.
Bilintur’un mağazalara alım yaparken Anadolu el sanatlarını koruma amacı var mı?
2010 yılı sonuna kadar 5 milyon dolarlık yatırım yapacaklarını söyleyen Bilintur CEO’su Orhan Hallik, “El sanatları ürünleri alımlarımız uzmanlardan, sanatçılardan oluşan bir danışma kurulumuzdan geçecek.
Bugün el sanatları adı altında tezgâhlarda Çin malları satılıyor. Bilintur, bu alanda akademik birikimini de kullanacak. Sanatçıları tasarımcılarla buluşturacağız” diyor.
Kültür Bakanlığı’nın ihalesine 4 firma girmişti. Bilintur “gelir paylaşımı” modeline göre açılan ihalede 436 milyon 500 bin TL ciro hedeflemiş ve bu tutarın 156 milyon 624 bin TL’lik bölümünü garanti etmişti. Hallik, ciro hedefi ile garanti edilen tutar arasındaki büyük farkı “turizm sektöründeki riskler” olarak açıklıyor.
Şu soruyu sormadan da bu yazı bitmez:
Kültürel kimlik çatışması yapanların acaba bu zanaatkârlardan haberi var mı?