Üzerime kalın bir şeyler giymeliyim, fazla da abartmamam gerekir, gece uzun, sabah zorlu olacak. Her zamanki günlerden bir günmüş gibi kapıdan çıkarken annemi yanaklarından öpüyorum; biliyorum çok ağlayacak. Kızı yarın dayak yiyecek ve tutuklanacak.
Çiçekçi Mahallesi’ne vardığımda, arkadaşlarımla buluşuyorum. Kimimiz inşaatlarda, kimimiz korulukta sabahlayacak; sabah olduğunda bir işaretle saklandığımız yerlerden çıkıp “Yaşa-sın biiir Maaayıs” diye bağıracağız: Hepsi bu.
Kızlı erkekli 100 kişi kadarız. Geceyi geçireceğimiz yerlere doğru çekiliyoruz. Sabah gün ışığına kadar sesimizi hiç çıkarmadan bulunduğumuz yerlerde kalabilmeyi başarmalıyız.
Etrafta beklemediğimiz bir hareketlilik başlıyor. O saate kadar çevremizde sivil gezen emniyet güçlerinin yerini üniformalılar almaya başlıyor. Polis minibüslerinin lastiklerinin seslerini duyuyoruz. Belli; sabah olamayacak, bizi saklandığımız yerlerde bulup tek tek toplayacaklar.
30 Nisan’a saplanmamalı mücadelemiz, ne yapıp edip saatler 1 Mayıs’ı gösterene kadar saklanmayı başarabilmeliyiz.
Aramızda bir ses dolaşıyor “12’yi 5 gece çıkacağız!”
Başarıyoruz ve gece yarısını 5 geçe Çiçekçi’den Türkiye’ye “Yaşasın 1 Mayıs” sloganı yankılanıyor.
Sıkıyönetim Komutanlığı seferber oluyor, hepimizi yere yatırıyorlar, dipçikleri ve postallarını bedenlerimize saplıyorlar.
1978’de iktidara gelen Ecevit başbakanlığındaki CHP iktidarının 1 Mayıs 1979’da aldığı “Sokağa çıkma yasağı” vız geliyor.
Sabahı Alemdağ Kışlası’nda ediyoruz. Gazetelerin büyük bölümü de “direnenleri” görmezden geliyor ve 2 Mayıs günü Taksim’den çekilen “Sakin bir gün” fotoğrafıyla çıkıyorlar.
Gözaltına alındıktan üç gün sonra Selimiye’de Asker Savcı, “Sokakta ne işiniz vardı? Yasağı bilmiyor muydunuz?” diye soruyor her birimize...
Verdiğimiz ifadelerde “1 Mayıs’ı kutlamak için çıktık” diyerek suçumuzu (!) itiraf ediyoruz.
“Sıkıyönetim kararlarına muhalefet ve sokağa çıkma yasağını ihlal” etmekten tutuklanıp, Sağmalcılar Cezaevi’ne gönderiliyoruz.
Bizi orada bir sürpriz bekliyor, Türkiye İşçi Partisi Genel Başkanı Behice Boran ve arkadaşları da yanımızdalar. Yaşları 50’nin üzerindeki partili kadınların kollarındaki, yüzlerindeki morlukları görünce yalnız olmadığımızı anlıyoruz. Onlar da bizim gibi 1 Mayıs’ı sessizliğe bırakmamışlar.
Meğer 987 kişiymişiz; Topkapı’da, Merter’de, Çiçekçi’de...
Duruşma salonları yetmiyor, 29’u kadın 728 sanıklı dava, Atatürk Organize Sitesi’nin salonunda görülüyor. Sağmalcılar kadınlar koğuşunda mayısın ikinci pazarı: “Anneler Günü”...
Tek oğlu Dursun Hatko’yu, Kore’ye asker gönderilmesine karşı çıktığı için girdiği cezaevinde dünyaya getiren Behice Boran’ın anneler gününü kutluyoruz.
20 Mayıs’ta tahliye oluyoruz, Emirgan’da hapishane yoldaşlarımızla buluşup çay içiyoruz...
1 Mayıs 2010’da ise tüm işçi sendikaları, 32 yıllık yasaktan sonra Taksim’de acılarının hesabını soruyor. Türk-İş Başkanı Mustafa Kumlu ile alana giren Rahşan Ecevit kendisine uzatılan kameralara “Eşim hayatta olsaydı, burada olurdu” diyor.
Hatırlatmadan edemeyeceğim; DİSK yöneticilerinin de içinde olduğu gruplar 1 Mayıs 1979 günü “yasağa direnirken”, CHP kepenklerini sıkı sıkıya kapamıştı.
Dönemin muhalefet partileri AP, MSP ve MHP ise “1 Mayıs İşçi Bayramı”nı reddiyor; “çiçek topluyorlardı”!
7 Ekim 1987’de Brüksel’de yaşamını yitiren Behice Boran ve tüm demokrasi şehitlerinden geriye tek bir soru kalıyor: “Neden?”
TİP’in merhum Genel Başkanı Behice Boran ve arkadaşlarıyla 20 Mayıs 1979’da Sağmalcılar Cezaevi’nden tahliyeden sonra Emirgan’da güneşe çıktık.