Bir süredir senaryo ve sinema ile yakından ilgilenen bir yazar olarak vizyona giren her filmi incelemek ve izlemek benim için vazgeçilmez bir tutkudur. Her türk filmini daha da büyük bir heyecanla ve şevkle incelerim. Bu haftalarda vizyona giren türk filmlerini de ayrıntılarıyla inceleyen biri olarak bir film ayrıca dikkatimi çekti. “Dabbe – Cin Çarpması” Hasan Karacadağ’ın ekibinin filmi olan bu filmle aklıma “Türkler neden korkar” diye de bir soru çöreklenip oturdu. Şimdi sizle bu konuyla ilgili bir hasbihal etmek istiyorum.
Beni en çok etkileyen korku filmlerinin başında “Şeytan” filmi gelir. 12 yaşındaki bir kız çocuğunun başından geçen garip olayların ve onun bedeninin bir şeytan tarafından elde edildikten sonra bir papaz tarafından kurtarılmaya çalışılmasının hikayesi olan bu film yurt dışında müthiş bir başarı yakalamıştır. Gerçi bizde onu evirip çevirip 1974 yılında Türkiyede yeniden çekmişiz ama bu korkutmaktan ziyade gerçek izleyenleri tarafından lanetlenmekten öteye gitmemiş. Filmden korktuğunu söyleyen arkadaşlarımdan fazla korkmadıklarını söyleyen bir sürü arkadaşım var. Bunun nendeni din anlayışıyla alakalı olabilir. Zira Müslümanlarca şeytan insana vesvese
Beyinle okumakda ne demek deyişinizi duyar gibiyim. Öyle ya bunca yıldır tüm eğitim sisteminin bize dayattığı kelime kelime sesli okuma sistemini bir anda alaşağı edecek bir sistem hızla yayılıyor etrafımızda. Herkesin diline “hızlı okuma”, “dinamik okuma” ve “beyinle okuma” gibi birkaç kelime plesenk olmuş gidiyor. İyi ama bunca senelik okuma sistemi neden şimdilerde gözden düştü ve bu yeni sistemlerin yıldızı neden parlıyor ? İsterseniz kısaca anlatalım.
Şimdiye kadar eğitim sisteminin bize dayattığı sesli kelime kelime okumak normal bir yaşantı için belkide yeterlidir. Ama işin içine eğitim sisteminde ilerlemek , sınavlara daha iyi ve kaliteli hazırlanmak, daha fazla kitap okumak yada kendini geliştirmek parolaları girince bu sistem size yetmez, yavaş gelir, çünkü bu tip okuma beynin bir faaliyeti yerine konuşma sisteminin bir evresi gibi görülür ve kullanılır. Oysa “okumak” aslında beynin konuşma hızından yaklaşık 100 kat daha hızlı bir algılama sistemidir. Ama bunu kullanabilmek bir eğitim ister. Bunca sene konuşur gibi okumayı öğrenmiş olan beyin, gerçek manada “okur” gibi okumayı öğrenmek zorunda kalır.
Hızlı okuma ile başlayan ve okumayı 4-5 kat daha hızlı ve
“Şimdi üçe kadar sayacağım ve uyanacaksın, uyandığında artık ingilizceyi sular seller gibi konuşacaksın.”
Eminim böyle bir seans hepimizin ortak hayali olurdu. Öğrenmek hem de çaba harcamadan öğrenmek geçmişten beri her insanın hayallerini süslüyor. Peki bu mümkün olabilir mi ? Hiç çaba harcamadan sadece hipnozla mucizevi öğrenme gerçekten varolabilir mi ?
Önce Hipnoz ne demek isterseniz onu bir açıklayalım. Hipnoz kabaca uyku ile uyanıklık arası bir bilinç hali. Kişideki bilincin açık olduğu zamanki dirençlerin ortadan kaldırıldığı, her komuta ve her isteme istenilen cevapların alınabildiği bir bilinç durumu. Yani bilinçaltınızın en verimli olarak işlenebildiği bir bilinç durumu. Hipnoz sayesinde bilinçaltınıza yükleyeceğiniz komutlar sayesinde birçok derdinize çözüm bulabilir Ya da öğrenme zorluğu çekiyorsanız bu sorununuza çözüm yaratabilirsiniz. Hipnoz aslında bu nedenle iyi birde öğrenme aracı.
Gelelim bizim konumuza , Hipnozla ingilize öğrenmek ya da öğrendiklerimizi pekiştirerek hızlandırmak mümkün. Bunun yöntemi kısaca şöyle ; bilinç altına saniyede 10 üzeri 9 bitlik uyaran giriyor, Hipnozcuda bu uyaranların büyük kısmını devre dışı bırakarak beynin belli bir
Şimdi siz mecazi bir anlamda kullandığımı düşünüyorsunuz ama hayır, NLP nin 5 duyu üzerinden başarıya ulaşma sanatı olduğunu daha önce söylemiştik ama ne zamandır “burnumuzu başarıya nsıl sokarız” onu anlatmamıştık, bu güne kısmetmiş.
Gerçi Richard ve John ( NLP sisteminin yaratıcıları) NLP’yi tasarlarken koklama duyusunu ne kadar önemsediler bilmiyorum ama yeni öğreneceklerinizle “işin içine burnunuzu sokmakta” ne kadar geç kaldığınızı görecek ve hayıflanacaksınız. Eminim sizde bu yazıyı okuduktan sonra dudaklarınızın üzerindeki o “mucizevi” organa hayranlıkla bakacaksınız.
Neden koklarsınız ?
Yo gerçekten soruyorum, hangi amaçla kokladığımızı yada kokunun bizi haberimiz bile olmadan nasıl bir oldubittiye getirdiğini bilmek işin en önemli kısmı aslında. Çoğumuz için burun “hayattaki güzel yada çirkin kokuları ayırt etmemize yarayan” laleteyn bir organdır. Biyolojik bir algılama aracı olarak kullanılan bu mucizevi organ çoğumuzun hayatında mesela bir göz kadar önem ihtiva etmez. Birkaç gün bulanık gezmeyi istemediğimiz için hemen doktora giden bizler birkaç haftalık kokuya duyarsızlığı “ya nezledir geçer” diyerek göz ardı ederiz. Oysa koku hayatımızı görülen yada görülmeyen bir
Son zamanlarda hem sinema sektöründe hemde televizyonların şov programlarında sıkça görmeye başladığımız bir gösteri var . Elindeki kaşığı ona hiç dokunmadan eğip büken yada masanın üzerindeki maddeleri bedenini kullanmadan havaya kaldırarak yerlerini değiştiren insanları eminim sizde görmüşsünüzdür. Çoğu zaman “hadi canım mutlaka bir hilesi vardır” diye savsakladığımız bu gösteri acaba gerçekmi ? Eğer gerçekse insan nasıl oluyorda bedenini kullanmadan etrafındaki canlı yada cansız varlıklara hükmedebiliyor ? Gelin bu fenomeni yakından incelemeye başlayalım.
İnsan bedeni son derece zor ve meşakkatli şeylere dayanabilir, olağanüstü olaylara karşı dirençli olabilir. Ama bunu yaparken sadece bedenin sahip olduğu kuru bir direnci kullanmaz. Kafatasının içindeki o mucizevi peltemsi şeyi yani beyni de kullanır. Zaten insanı mucizevi hale getirende o bir avuç peltemsi şeydir. Telekinezi dediğimiz olayıda mucizwevi kılan işte o peltemsi şeyin gücüdür.
Beyin hala sırları tam olarak çözülememiş bir fenomendir. % 10 - 20 arasında bir kısmını kullanabiliyor olsakda kalan % 80 in keşfedilmemiş sırları hala bir mıknatıs gibi bizi kendine çekiyor. Elinde 100 birim varken 20 birimiyle
Benim için zaman ve mekan kavramının sıfırlandığı tek yer kitapçılar ve kütüphanelerdir. O yıllanmış kağıt ve kurşun mürekkep kokusu müptela etmiştir beni… Eminim kitap sevenler için bir kütüphaneye girdiklerinde aldıkları haz anlatılamaz. O yüzlerce sayfanın arasındaki anlatılanların gizemi bir mıknatıs gibi çeker kitap kurtlarını kendine. Evimdeki küçük kütüphanemde benim için bir ibadethane gibidir.
Ama son zamanlarda ortaya çıkan ve bir virüs gibi hızla yayılan ekitap denen bir mucize varki onu tanıtmak istiyorum size bu ay. Artıları ve eksileriyle ne varsa anlatacağım.
Ekitap kavramı elektronik kitap kavramının kısaltılmışıdır. İngilizce “ebook” olarak kullanılan bu kavram aslında bilgisayar ve bilgisayar temelli ekipmanların ( Cep telefonu, tablet bilgisayar vs.) kullanabileceği bir dosya formatıdır. Bu dosya formatıyla yazılan her eser kitap roman şiir vs. , bu ekipmanlar tarafından kolayca kullanılıp depolanabilir. Sizin kitapçıdan aldığınız 600 sayfalık bir roman ekitap halini alınca sadece birkaç yüz kilobaytlık bir yer tutar. Hem depolanması hemde maliyeti açısından son derece ucuz ve kullanışlıdır. Kağıt, baskı maliyeti yada diğer masraflar ekitapda olmadığı için basılı
NLP hayatın her döneminde varolmuş bir kavram. Sadece uzun bir süre birilerinin gelip ona bir isim vermesini beklemiş. İstiridye içerisindeki bembeyaz bir inci gibi dışına bakarak ona “hikayeden teyyare” diyenlere içini göstererek en güzel cevabıda vermiş. ”Cevizi kırmayan hepsini kabuk sanır” sözündeki gibi onu anlamak istemeyenler için NLP sadece kabuk olmuş. Ondandırki NLP sadece anlayana birşey ifade eder, anlamayanın da kabuktan başka nasibi yoktur.
Eğer Atatürk yaşarken bu kavram populer olsaydı şüphesiz en büyük NLP ustasıda Atatürk olurdu. O , cesareti , azmi , başarıları ve hayatına bu düsturları nakış gibi işleyişi nedeniyle aslında en büyük NLP ustasıdır. Onun haytını incelediğinizde sıfırdan bir cumhuriyet kurarken yaşadıkları ve dünyaya başkaldıran yapısıyla nasıl bir mucize yarattığına şahit olursunuz. O asker omayı kendi istemiş bu uğurda ailesine karşı çıkmış , Doğru bildiklerini cesaretle savunmuş , hapse girmiş, işkence görmüş ,birçok kez sürgüne gitmiş ,vurulmuş, vucudunu cephelerde tarumar etmiş, başına gelen onca felaketten sonra bile azmi ve yaşama hevesini bir an olsun bile yitirmemiştir.
Bu uğurda bir ömür harcamış yaptığı inkilaplar yenilikler ve
“Öğrenmek.” Bazıları için bir yaşam felsefesi bazılarımız içinde sancılı bir eylem. Dünyaya gelişimizle başlayıp toprağa karıştığımız ana kadar süren daimi bir süreç. Bu süreci eğlenceli hale getirmekte bir vicdan törpüsü haline sokmakta bizim elimizde. Temelinde “öğrenme” eylemini tanımak yatıyor. Peki nasıl?
Öğrenmek bir eylemdir, bilinç ve bilinçaltının ortaklaşa yaptığı, beynimizin kapasitesi seviyesinde hızlı yada yavaş ilerleyen gerekli bir eylem. Bu eylemi kimileri eğlenceli bir yaşam felsefesi haline getirirken kimileride hayatta önlerine olmayacak engeller çıkaran bir dert olarak görür. Bunun nedeni öğrenme biçimimizi tanımıyor olmamızdır. Eğer insan kendi duyularını ve öğrenme biçimini tanımıyorsa ona dayatılan ve aslında onun tarzı olmayan bir öğrenme biçimiyle bocalar ve verimli olmaz. Peki bunu nasıl aşar ? Bunu aşmanın en temel ve kolay yolu NLP ile kendimizi ve öğrenme biçimizi tanımaktır. Bu sayede kendimize uygun bir yol haritası ve öğrenme biçimi seçebiliriz. NLP duyularımızı eğitip daha iyiye ulaştırma yöntemi olduğuna göre bunu yaparken elbetteki öğrenme biçiminizi temel alır. İyi ve verimli bir öğrenme hayatta sizi daha başarılı yapan sihirli bir değnektir. Bu