Semih İdiz

Semih İdiz

sidiz@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Arap Baharı”ndan doğan büyük beklentilere rağmen barış, demokrasi ve ekonomik kalkınmanın Ortadoğu’ya çok yakın bir tarihte geleceğine dair fazla emare yok. Hatta zaman geçtikçe ve toplumsal karışıklık arttıkça bu olasılık daha da zayıflıyor, zira kanatlarda sahneye sıçramak için fırsat kollayan aşırı uçlar var.
Londra’da yaşayan Iraklı doktor ve liberal yazar Abdülhalik Hüseyin, demokrasinin Ortadoğu’ya gelmesini zorlaştıran faktörleri web sitesinde (www.abdulkhaliqhussein.nl) şöyle sıralıyor:
“Arap ülkeleri demokratik gelenekler açısından fukara durumdalar. Sivil toplum örgütlerinin yokluğu, yolsuzluğun yaygınlığı, hükümette kayırmacılık, siyasi İslam, nüfus patlaması, ekonomik kriz ve işsizlik ile mezhep ve aşiret düzeyindeki bölünmeler, despotizmden demokrasiye geçişi zorlaştıracak olan ana faktörlerdir.”
Diktatörlere karşı halk ayaklanmalarının dünyada yarattığı heyecana rağmen Hüseyin’in tespitine katılmamak elde değil. Bu arada, özellikle Mısır siyasetinde varlıklarını henüz hissettirmemiş olan aşırı İslami kanadın temsilcileri, gerçek niyetleri hakkında bazı kaygı verici ipuçları vermeye başladılar bile.
Amerika’daki İslami Araştırmalar Merkezi’nin kurucularından Mısırlı din adamı Dr. Salah Sultan’ın 26 Ağustos tarihinde El Cezire’nin Arapça kanalından, Kahire’deki İsrail büyükelçisi ile ülkeye gelen İsrailli turistlerin “Şeriat gereğince öldürülmeleri” için fetva vermesi bu açıdan kan donduran bir örnektir.
Mübarek karşıtı ayaklanmada mart ayında hapisten çıkarılan Mısır İslami Cihat örgütünün önderlerinden Şeyh Adil Şehato ise, “Roz al Yusuf” gazetesine verdiği ve 13 Ağustos’ta yayımlanan röportajında aynı sertlikte ifadelerde bulunmuş. Ülkesinde yaşayan ve aslında en az kendisi kadar Mısırlı olan Kıptileri kastederek, “İktidara gelirsek Hıristiyanlar bu ülkede yaşayıp ibadet edebilirler. Ancak sorun yaratırlarsa onları yok ederim” demiş.
Böyle düşünen insanların Mısır’da, Yemen’de, Libya’da veya Suriye’de şu anda ne kadar etkin olduklarını bilmiyoruz. Ancak önemli kanallara çıkıp kitlelere hitap eden gazetelere zehir zemberek demeçler verebildiklerine göre, kendilerine kulak verenlerin olduğunu çıkarabiliriz.
Ortadoğu’da diktatörlüklerin yıkılmasından sonra, demokratik yönetimler ve partiler yerine aşırı İslami hareketlerin gelip yerleşmesinden endişe eden Batılı gözlemciler, Mısır gibi bir ülkede demokratik düzenin sağlanmasının en az beş yıllık, Libya gibi bir ülkede ise en az 10 yıllık bir çaba gerektireceğini belirtiyorlar.
Bu kendileri açısından “en kötü hal senaryosu” olabilir tabii. Ancak Abdülhalik Hüseyin’in yukarıda sıraladığı unsurlar bu tahminlerin çok da hatalı olmayabileceğini gösteriyor. Zira iyi niyetli Arap devrimcilerinin arzuladıkları istikrarlı ve kalkınmış toplumlara erişilmesi için henüz aşılması gereken devasa badireler var.
Sonuçta demokratik geleneklerin ve sivil toplum örgütlerinin yokluğu ile yaygın bir yolsuzluk ve kayırmacılık kültürü, nüfus patlaması, ekonomik kriz ve işsizlik ile birlikte değerlendirildiğinde Ortadoğu’nun bu fasit çemberden nasıl çıkacağı belli değil.
Bu durumda Mısırlı sosyolog Saad al Din’in, temmuz ayında CBS televizyonuna verdiği demeçte belirttiği gibi, demokratik liderlerden çok ortaya “yeni Napolyonların” çıkması olasılığı daha da yüksek. Zira, Fransız devrimi sonrasında olduğu gibi, devrimlerin yarattığı karışıklık, asayişsizlik ve genel güvensizliğin sürmesi, tarihte halkları her zaman “güçlü lider” arayışına sevk etmiştir.
Hal böyle olunca -Mısır’ı örnek alırsak- kanatlarda bir tarafta sivil diktatörlüğü yeniden tesis etmeyi umanlarla -ki bunları daha çok orduda aramak lazım- diğer taraftaysa şeriata dayalı dini diktatörlüğü tesis etmeyi uman unsurların fırsat kolladıklarını tahmin etmek güç değil.
Türkiye Arap Baharı ile ortaya çıkan “yeni Ortadoğu” için yeni politikalar üretmeye çalışırken bu temel gerçekleri göz ardı ederse, umulmadık gelişmeler karşısında tekrar kontrpiyede kalabilir.