Tahrir meydanında kanın yeniden akması Arap Baharı’ndan anında mucizeler beklenmemesi gerektiğini bir kez daha gösteriyor. Şu anda ülkeyi idare eden Mısır ordusunun yeni anayasada kendisine ayrıcalık istemesi, başka bir ifadeyle “yasal dokunulmazlık” talep etmesi, demokrasi yanlıları açısından bardağı taşıran son damla oldu.
Mübarek sonrasında Mısır ordusu iyi niyeti konusunda ne “kentsoylu” liberal üniversiteli gençleri -ki Tahrir meydanında şimdi mücadele verenler bunlardır- ne de Müslüman Kardeşler’i hâlâ ikna edebilmiş değil. Kendisi için istediği yasal koruma ise duyulan kuşkuların vehimden ibaret olmadığını gösteriyor.
Buna karşın Müslüman Kardeşler Tahrir meydanındaki gençlerin mücadelesine henüz katılmış değil. Oradaki gelişmeleri belli bir mesafeden izlemeyi tercih ediyor. Ancak bu, ordunun siyaseti manipüle etme çabalarına kayıtsız olduğu anlamına gelmiyor. Nitekim Müslüman Kardeşler cuma günü dev bir miting düzenleyerek orduya karşı gövde gösterisi yaptı.
Şu anda Tahrir meydanındaki olaylara belli bir mesafeden bakıyor olması ise, kendi güçlü konumunun bilincinde olmasından kaynaklanıyor. Mevcut karmaşa ortamında ordu tarafında iptal edilmezse 28 Kasım’da Mısır’da Meclis seçimleri yapılacak. Genel beklenti ise, Tunus’ta olduğu gibi, Müslüman Kardeşler’in bu seçimlerden güçlü çıkmasıdır.
Gelecekte önemli bir siyasi rol oynayacaklarını gören bu partinin kurmayları Tahrir’de gelişen durumu bu açıdan kolluyorlar. Bu ortamda, Müslüman Kardeşler’in de, gidişata göre, Tahrir Meydanı’na koşmaları olasılığı göz ardı edilemez. Ordunun da açmazı burada yatıyor.
Tahrir Meydanı’ndaki kanlı olaylara bakıp gelecek hafta yapılacak seçimleri iptal etmeye kalkarsa bu kez, seçimlerden güçlü çıkması beklenilen Müslüman Kardeşler’i karşısına alacaktır. Özetle ordu kendi imtiyazlı konumunu korumak için bastırmaya devam ederse Mısır yine karışacaktır.
Mübarek’in elbette ki gitmesi gerekirdi. Ancak ordunun başındakiler, Mübarek ve ailesini göndermekle ortamı yatıştırıp eski düzeni bir şekilde sürdürebileceklerine inanıyorlarsa, yanıldıklarını ne yazık ki kanlı olaylarla görecekler.
Bu ortamda ordunun ABD’den almaya devam ettiği maddi destek de buharlaşacaktır. Kendi çıkarları söz konusu olduğunda istediği kadar sinik ve hesapçı olsun, Washington sonuçta, Suriye’de demokrasi ve insan haklarını savunurken, bu açılardan sınıfta kalmış olan Mısır ordusunu aleni bir şekilde destekleyeme devam edemeyeceğini biliyor.
Özetlemek gerekiyorsa, Mısır’da işlerin düzelmeden önce daha da kötüleşebileceğini görmek gerekiyor. Kısa bir süre önce seçimlerini yapan Tunus bile istikrar açısından şu anda Mısır’dan daha fazla umut veriyor.
Mısır’daki gelişmeler, Suriye politikası nedeniyle bölgesel ve uluslararası profili iyice yükselmiş olan Türkiye’yi de ilgilendiriyor. Kahire’deki kanın akmaya devam etmesi halinde, her fırsatta zulme, baskıya ve özellikle de askeri vesayete karşı olduğunu söyleyen AKP iktidarının da sessiz kalması zorlaşacaktır.
Şu anda Suriye’ye en sert eleştirileri yönelten Cumhurbaşkanı Gül ve Başbakan Erdoğan, Mübarek’in devrilmesinden sonra Kahire’ye gidip oradaki geçici askeri yönetime demokrasi, insan hakları, hatta laiklik konularında önemli telkinlerde bulundular.
Sonuçta Erdoğan’ın Beşar el Esad’a duyduğu kızgınlığın temelinde Türkiye’den giden ve bir ara Şam tarafından kabul ediliyor gibi görünen reform telkinlerinin sonunda havada kalmış olmasıdır. Bu nedenle Ankara, reformları askıya alan ve giderek bir askeri diktaya dönen Mısır’ı bu ortamda destekleyemez.
Ortadoğu’da hâlâ gelişen bir ortamdayız. Sonunda ortaya neyin çıkacağı da henüz belli değil. Bundan diktatörlerin devriliyor olmasından memnuniyet duymamalıyız anlamı çıkarılmamalı. Ancak diktatörler devrildikten sonra bölge için olumlu anlamdaki değişimin otomatik ve sorunsuz olarak gelmesini beklemek de gerçekçi değil.
Özetle şu anda yeni Ortadoğu’nun doğum sancılarını yaşıyoruz ve bunun daha bir süre devam edeceği anlaşılıyor.