Semih İdiz

Semih İdiz

sidiz@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Cumhurbaşkanı Gül gibi, DTP’nin kapatılmasını değerlendirirken, “Anayasa Mahkemesi’nin kararına saygı göstermek gerekir” diyebilirsiniz.
Yoksa, Kültür ve Turizm Bakanı Günay gibi, bu kararın “hukuki olma niteliğinden fazla, siyasi nitelik taşıdığını ve Türkiye’nin siyasi ihtiyaçlarına çok uygun düşmediğini” söyleyerek Anayasa Mahkemesi’ni eleştirebilirsiniz.
Bu konuda başka şeyler de düşünebilirsiniz. Sonuçta, toplumda geniş yankı uyandıran bu kararın çok tartışılacağı kesin. Bu karardan sonra toplumsal hadiselerin tatsız yönlerde gelişme eğilimi de göz ardı edilemez.
Bu nedenle herkese akılcı davranma sorumluluğu düşüyor. Bu yapılırken de bir temel gerçeğin gözden çıkarılmaması gerekiyor. Kürt sorunu hâlâ çözülmüş değil. Çözümsüz kaldıkça da toplumsal cerahat birikecek.
Anayasa Mahkemesi’nin kararını “siyasi” olarak nitelemek bizce aşırıya kaçıyor.
Belli ki kararı siyasi olarak değerlendiren Günay, partisine karşı açılan kapatma davasını unutabilmiş değil. Fakat Günay’ın sözlerinde yine de doğruluk payı var.
Bu karar Türkiye’nin şu andaki siyasi ihtiyaçlarına gerçekten çok uygun düşmedi.
O zaman ne yapmalı? İşte bu noktada Cumhurbaşkanı Gül’ün söylediği başka bir şeye dönmek gerekiyor. “Anayasa ve kanunlar ortada, mahkeme ne yapsın?”
Aynı şeyi aslında Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç da söyledi. Fakat onunki daha aktif bir yaklaşımdı. Kılıç, ihtiyaç duyulan anayasal ya da yasal değişikliklerin yapılması için her fırsatta siyasi partilere çağrıda bulunduklarını, ancak çağrılarını duyuramadıklarını belirtti.
Başka bir ifadeyle Kılıç siyasilere, “Kararlarımızı beğenmiyorsanız Anayasa’yı değiştirin. Bunu yapacak olan biz değil, sizsiniz” diyerek Meclis’i göreve çağırıyor. Ama, dediği gibi, duyan yok.
Kaosa adeta davet çıkaran kavgalarından daha fazla heyecan duydukları anlaşılan siyasetçilerin en hayati konularda bile bir araya gelemediklerini ibretle görüyoruz.
Oysa Türkiye’de gömlek artık her açıdan dar geliyor.
Bunu anlamak için sosyal bilimler dahisi olmak da gerekmiyor. Türkiye’nin acilen yeni bir sosyal kontrata ihtiyaç duyduğu apaçık ortada. Bu arada, hangi tarafta olurlarsa olsunlar, Kürt sorununun zorla ve silahla çözülebileceğine inananlar varsa bizce hayal görüyorlar.
Sonuçta Türkiye istediği kadar parti kapatsın, konu dönüp dolaşıp hep aynı noktalara geliyor. Bizimki gibi son derece karmaşık etnik kültürel ve dini yapısı olan, fakat aynı zamanda hızla büyüyen bir ülkenin her zaman geleneksel kalıplara sığmasını beklemek de çok gerçekçi değil zaten.
Bu sadece Türkiye’nin değil, dünyada birçok ülkenin karşılaştığı bir durum. Fakat bu ülkeler de çözüm açısından çok fazla seçenek olmadığını gördüler veya görüyorlar. Kısacası, ya yeni diyalog zeminleri oluşturularak orta yollar bulunacak, ya da iş zora ve şiddete dökülecek.
Kürt sorununun Türkiye’deki demografik ve sosyolojik boyutları düşünüldüğünde, işin zora ve şiddete dökülmesinin sonuçlarını insan düşünmek bile istemiyor. Bu açıdan gelişmelerin çığırından çıkması halinde bunun Türkiye’yi en az çeyrek asır geri atacağı kesin.
Bazıları bunun özlemi ile yaşıyor olabilirler tabii. Fakat nüfusun büyük bölümünün bundan yana olduğunu sanmıyoruz. Ancak bu konuda siyasetçilerimize ne kadar güvenebileceğimizden de emin değiliz.
Özetle, hükümetin beceriksizlikleri, DTP’nin siyasi yetersizlikleri ile tahrikleri ve ana muhalefetin yıkıcı halleri, derken, Türkiye’nin Kürt sorunu açısından kendisini tekrar ayağından vurma eğilimine girdiğini görüyoruz.
Bu durumda mevcut olan tehlikeli açmazlardan nasıl çıkılacağı da meçhul. Buna karşın yeni bir Anayasa’nın ve bunun getireceği yeni ve çağdaş sosyal kontratın kaçınılmazlığı her geçen gün daha da belirginleşiyor.