Ülkeyi ayağa kaldıran N.Ç. davası konusunda yasamaya sert eleştiriler yönelten AB Bakanı Egemen Bağış, “‘Ankara kriterleri’ korkutuyor” başlıklı son yazımızdaki ana temayı doğrularcasına, “Yargıda, mevzuatta sorun vardır ve bu bazılarının zannettiği gibi ilk kez olmuyor. Lamı cimi yoktur. Çözüm, AB standardında hukuktur” demiş.
N.Ç. davası karşısında infial beyan eden herkesin isyanına katılmamak elde değil. Zira bu davaya bakıp Türkiye’deki yargıda ve mevzuatta gerçekten de sorun olduğunu inkâr etmek mümkün değil. N.Ç. davası ise Türkiye’de hâlâ “adaletin” değil, “yasaların üstünlüğünün” geçerli olduğunu bir kez daha gösteriyor.
Kamuoyu tepkisi üzerine N.Ç. davasıyla ilgili açıklama yapma zorunluluğunu hisseden Yargıtay 14. Ceza Dairesi Başkanı Fevzi Elmas’ın sözleri de bunu ortaya koyuyor. Sonuçta, çocuk yaşındaki bir kızın uğradığı toplu tecavüzde “kendi rızası” olabileceğini kabul etmenin sapıklığını görmeden, “ben napayım, yasalar böyle” diyerek işin içinden sıyrılmaya çalışan bir hukuk sistemimiz var.
Bağış’tan ve AKP içinden N.Ç. davası bağlamında yasamaya yöneltilen sert eleştirileri, AKP açısından bakıldığında aslında hiç de hoşa gitmeyecek olan başka alanlara da yaymak durumundayız. Bu da tutarlılığın gereğidir.
“Çözüm” Bağış’ın vurguladığı gibi, “AB standardında hukukta” olduğuna göre, şu anda Türkiye’yi meşgul eden Ergenekon ve Balyoz’dan, Deniz Feneri ve KCK’ya kadar uzanan birçok davayı da bu standarda göre değerlendirmek durumundayız.
Eski huyları sürdürmek tercihi
N.Ç. davasında yasamaya en sert eleştirileri yönelten hükümetin tutarsızlığını açığa vuran da bu davalardır. Zira bunlar da, son İlerleme Raporu’nda görüldüğü gibi, AB tarafından “Kopenhag Kriterlerine uymuyor” diye eleştiriliyor. Fakat bunu dediği için AB’ye ateş püsküren hiçbir hükümet yetkilisi, ne hikmetse, bu davalardaki gariplikler karşısında “yargıda, mevzuatta sorun var” demiyor.
Bu davalardaki yöntemleri eleştirenlere hükümetin standart yaklaşımı ise, “Savcı ve hâkimlerimize güvenin, ateş olmayan yerden duman çıkmaz” şeklinde oluyor. Genel hal böyle olunca, vatandaşlarımızın Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne başvurma haklarının olmasının hayati önemi bir kez daha ortaya çıkıyor.
Bugün Türkiye’den AİHM’ye yapılan çok sayıdaki başvuruyu incelemek de zaten, mevzuatımızın eksikliklerini ortaya koymaya yetiyor. AİHM’ye giden her davanın aslında Türkiye’deki hukuk sistemi açısından bir utanç vesilesi olması gerekiyor. Sonuçta, hangi mevkide olursa olsun, vatandaşımız kendi ülkesinde bulamadığı adaleti yurtdışında aramaya zorlanıyor.
Fakat bu acı durum, üstelik Türkiye’nin sık sık yargılanıp suçlu bulunmasına rağmen, ne hükümeti, ne Meclis’i ne de yasamadan sorumlu olanları rahatsız ediyor. Aksine, Türkiye dışarıdaki bir mahkemenin verdiği karara göre kendi vatandaşlarına yüz binlerce euro’luk tazminatı paşa paşa ödeyerek, eski huylarını sürdürmeyi tercih ediyor.
Sorun Türklerde değil mevzuatta
Gazeteci ağabeylerimizden Varlık Özmenek’in bir sözü burada tekrar akla geliyor. Varlık ağabey “Türkler adam olmaz” diyenlere, “Bal gibi olurlar ama mevzuat müsait değil” der.
Buna katılmamak mümkün değil. Kaldı ki Bağış’ın yukarıda aktardığımız sözleri de aslında bu yola çıkıyor.
Sorun sonuçta vatandaşın sorunu değil, çarpık işleyen ve kamu vicdanını rahatlatacağına, genelde daha da rencide eden hukuk sistemimizdedir. Bunun örneklerini her gün yaşayarak görüyoruz. Hükümet ise nedense bunu sadece N.Ç. davasında gördü. Ama bunu bile olumlu bir gelişme saymamız gerekiyor.
Baksanıza Bakanlar bile artık yasama sistemimiz hakkında neler diyorlar. Bu noktaya gelmiş olan hükümetin bundan sonra yapması gereken de ortadadır. O da, Meclis’teki gücünü kullanıp tanık olduğumuz hukuki garipliklerin önüne geçilmesini sağlayarak, ülkemizi gerçekten de “AB standartlarındaki” bir hukuk sistemine taşıyacak adımları gecikmeden atmasıdır.
Yoksa tekrar söylemek gerekiyorsa, sorun kesinlikle çok daha iyisini hak eden Türklerde değil, Türkiye’deki mevzuattadır.