Wall Street Journal’ın (WSJ) “Uludere faciasıyla” veya “katliamıyla” -artık ne derseniz deyin- ilgili haberi, ABD’nin Türk Silahlı Kuvvetleri’yle PKK’ya karşı istihbarat paylaşmasının arka planında olup da bilinmeyen bazı hususları da aydınlatmış oldu.
Türkiye ile istihbarat paylaşımı işiyle geçmişte ilgisi olduğu belirtilen, ancak haberde ismi saklı tutulan “kıdemli bir eski askeri yetkilinin” gazeteye söyledikleriyse, Türk Silahlı Kuvvetleri konusunda ciddi bir değer yargısını temsil ediyor.
Bizde üzerinde pek durulmadıysa da, bu sözler PKK ile mücadeledeki yöntemleri araştıran resmi veya gayrıresmi yerli ve yabancı kuruluşlar tarafından da not edilecek niteliktedir.
Söz konusu şahısa göre, kendisi ve meslektaşı olan diğer ABD’li subaylar “hedef saptamadaki Türk standartları konusunda zaman zaman kaygı duymuşlar.” Bu şahsa göre Türk subaylarının bazen vurulacak hedefleri seçerken kullandıkları tek kriter “PKK ile bağlantı” algısıymış.
‘Algı’ ve ‘duyum’ üzerine...
Bunun ne kadar doğru olduğunu bilecek durumda değiliz elbette. Ancak belli hedeflere karşı işi sağlama almadan sadece bir “algı” veya “duyum” üzerine harekete geçme gibi durumlar söz konusu olabiliyorsa, o zaman bu Uludere faciasını da belli ölçüde aydınlatacak olan bir husustur.
Bu gibi faciaların ABD’nin örneğin Afganistan’daki operasyonlarında da yaşandığını “denge unsuru” olarak buraya hemen eklemeliyiz tabii. Amerikan savaş uçaklarının sivil hedefleri “yanlışlıkla” kaç kez vurduklarının sayısını hatırlamak bile mümkün değil bu aşamada.
Fakat “bu gibi durumlar her yerde olabilir” anlayışıyla Uludere faciasının vahametini azımsamaya çalışmak da son derece hatalıdır. Sonuçta 34 kişi, sadece “algı” veya “duyuma” dayalı olan yanlış bir kararlar zinciri nedeniyle öldürüldüyse bunun bilinmesi gerekiyor.
‘Siz de teyit etmeye çalışın’
Gelelim haber ile ortaya çıkan diğer hususlara. Her şeyden önce “ABD gerçekten istihbarat paylaşıyorsa, o zaman PKK’nın bu saldırıları nasıl oluyor?” sorusu geçmişte sıkça soruldu. WSJ’nin haberinden anladığımız kadarıyla, Amerikan tarafı “Predatorlerden” gelen istihbaratı gerçek zamanlı olarak Türk tarafına iletiyor.
Hatta “bunu siz de teyit etmeye çalışın” anlamına gelen uyarılarda dahi bulunabiliyor. Fakat neyin ne zaman nasıl vurulacağı konusuna karışmıyor. Türk tarafı “artık siz aradan çekilin” dediğinde de Amerikan tarafı, haberdeki ifadeyle, “standart prosedür gereğince” buna uyuyor.
Haberden açıkça anlaşıldığı gibi Amerikalılar da zaten PKK’ya karşı aktif operasyonlara hiçbir şekilde bulaşmak istemiyorlar. Nedeni ise, sorun yaşamadıkları insanlarla -ki burada ilk etapta Kuzey Iraklı Kürtler kastediliyor olmalı- sorun yaratmama arzusu olarak açıklanıyor.
ABD Kongresi’nde, Türkiye’ye Predatorlerin satılması veya kiralanmasını bırakın, TSK ile istihbarat paylaşımına dahi karşı çıkanların başlıca argümanlarından biri de bu.
Yanlış ellere geçerse...
WSJ’nin haberinde de zaten, Temsilciler Meclisi İstihbarat Komitesi Başkanı Mike Rogers “İstihbarat yabancı bir hükümete ulaştığında bununla yanlış bir şey yaparlarsa veya istihbarat bununla yanlış bir şey yapan bir kişinin eline geçerse ne olacak?” diye sormuş.
Bu sorular kuşkusuz bu haberin ışığında Washington’da daha fazla sorulacaktır. Haberin zamanlamasını buna bağlayanlar bile var. Ancak Pentagon’dan yapılan resmi açıklamalar ABD’nin PKK’ya karşı Türkiye’nin yanında durmaya devam edeceğini gösteriyor. Buna istihbarat paylaşımının dahil olacağı da aşikâr.
Fakat, Türkiye’yi sarsan bu haberin ışığında, TSK’da, hem terörizme karşı mücadelede uygulanan standartlar, hem de Uludere’deki gibi facialar sonrasında yapılacak araştırma ve soruşturmalardaki standartlar açısından ciddi düzeltmelere ihtiyaç duyulduğu da görülmüş oldu.
Bu düzeltmelere gidilmediği takdirde kamuoyunu ikna etmek güç olacağı gibi, terörizme karşı çok ciddi bir mücadele içinde olan TSK da töhmet altında kalacaktır. Onca şehit ailesi elbette ki bunu hak etmiyor.