Semih İdiz

Semih İdiz

sidiz@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

“Ksenofobi”, yani “yabancı düşmanlığı” bir hastalıktır. Avrupa’da Türkler de bu hastalığın kurbanları arasındadır. Yabancı düşmanlığına tepki gösteren bir millet olmamız da bundan olsa gerek. Buna bakarak Türklerin bu tepkisinin “insanlığa verilen değerden” ötürü olduğu düşünülebilir.
Ancak, BBC’nin Globe Scan/Pipa kuruluşuna yaptırdığı ve sonuçları önceki gün neredeyse tüm gazetelerde yer alan araştırma, bilinen fakat bizde açıkça telaffuz edilmeyen bir gerçeği tekrar ortaya koydu. Başka ülkelerde yabancı düşmanlığı olabilir, ancak Türkler bu konuda “şampiyon.”
Aslında bunu anlamak için bu tür araştırmalara gerek yok. Etrafımızda konuşulanları dinlemek yetiyor. Yani burada bariz bir “sosyal patoloji”den söz ediyoruz. Patolojik durumların da genelde bir açıklaması vardır.
“Türkler niçin böyle?” sorusuna bir sosyal psikoloğun vereceği olası bir yanıt şöyle olabilir: “Çünkü bilgisizlikleri ile sosyal yetersizliklerini bu yoldan örtme çabasındalar.” Bu sözler bazılarına kuşkusuz ağır gelecektir.
Ama unutmayalım ki bu konuda “bidon kafalılar” veya “göbeğini kaşıyanlar” gibi Türkler için bundan çok daha ağır ifadeler kullanmış olan ve bizden kat kat daha popüler olan “milliyetçi” yazarlar var.
Bunlardan birisinin son günlerde, yoz bir dil kullanarak, aramızda yaşayan başka bir ırkın mensuplarını aşağılamaktan çekinmemesi ise, söz konusu patolojinin ne denli karmaşık bir olgu olduğunu ayrıca ortaya koyuyor.
Burada her zaman sloganlaştırarak kullandığımız bazı ifadeler geliyor akla. “Empati göstermeyen sempati bekleyemez” veya “Sevgisiz olan sevimsiz olandır” gibi. Bu ifadeler ışığında, Milliyet’te önceki gün konuyla ilgili haberle birlikte verilen tabloya bakınca, Türklerin dünyada niçin pek sevilmediklerini anlamak da kolaylaşıyor.
Bazıları burada “etki-tepki” ilişkisine işaret ederek, “Türkler neyle karşılaşıyorlarsa aynısını iade ediyorlar” diyeceklerdir. İşin, “Yumurta mı önce geldi, tavuk mu?” boyutu saklı kalmak şartıyla, bunun Avrupa ülkeleri için belli ölçüde doğru olduğu açık.
Nitekim Milliyet’teki tabloya bakıldığında, Avrupa ülkelerinin en az sevilenler arasında olmaları dikkati çekiyor. Fakat tabloda Türklerin olumsuz baktıkları ülkeler arasında Kuzey ve Güney Kore ile Brezilya, Hindistan, Güney Afrika ve Japonya Hindistan da var. Peki, bu ülkeler hakkında ne biliyoruz ki sevmiyoruz?
Burada konuyla bağlantılı olan başka bir sorun da var. Türkiye’de bu fasit kalıptan kurtulup kendilerini geliştirmiş ve dünya nezdinde önemli yerlere gelmiş her meslekten çok başarılı insanımız bulunuyor. Sanattan iş âlemine, tıptan mühendisliğe kadar uzanan geniş bir yelpazeye dahil olan bu eğitimli ve kültürlü kişilerin gerçek anlamda “Batılı” oldukları da aşikâr.
Fakat gelin görün ki, ne kadar Batılı olursanız, Batı’nın evrenselleşmiş değerlerine ne kadar sahip çıkarsanız Türkiye’de o kadar horlanırsınız. Çünkü Batı tarafından sevilmeniz Türkiye’yi bir şekilde “satmış ” olmanızı gerektiriyor.
Özetle, bir Türk kendisini dünyaya sevdirdiyse Türkiye adına mutlaka kötü bir şey yapmış olması gerekiyor. Bu da burada sözünü ettiğimiz patolojik durumun başka bir boyutudur.
Dışişleri Bakanlığı, içinde bulunduğu yeniden yapılanma sürecinde kamu diplomasisine büyük önem veriyor. Buradaki temel düşünce, Türkiye’nin dünyada daha iyi anlaşılması ve kötü imajımızın düzeltilmesidir.
Türkiye gerçekten de birçok açıdan yanlış tanınan bir ülkedir. Uzun yıllar Avrupa’da yaşamış biri olarak bunu biliyoruz. Fakat kamu diplomasisinin istenen sonucu vermesi için, Türklerin de dünyayı doğru anlayıp kemikleşmiş ön yargılarından arınmaları gerekiyor.
Özetle, bu iş tek taraflı olmuyor. “Hoşgörülü bir milletiz” dedikten sonra, hoşgörüsüzlüğümüzü her gün aleni bir şekilde yansıtmamız, inandırıcılığımıza zarar veriyor. Onun için, başlıktaki sorumuza dönersek, bunun basit bir yanıtı var.
Hepimiz olmasak da, biz Türkler önemli ölçüde “ksenofobuz.” Aksini iddia edenler delilleriyle beri gelsinler.