Semih İdiz

Semih İdiz

sidiz@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Başbakan Erdoğan Brezilya’da yaptığı açıklamalarda “İran pokerindeki” potayı beş misli arttırdı.
“Kimler konuşuyor diye baktığınız zaman konuşanların hepsinde nükleer silah var” sözleri bunu açıkça ortaya koyuyor.
Burada Erdoğan’ın yarım asırlık bir evveliyatı olan ve Türkiye’yi de içine alan nükleer savunma politikaları konusuna ne kadar vakıf olduğunu tartışmayacağız. Ancak, Türkiye’nin İran politikasının özellikle Türk-Amerikan ilişkileri açısından yüksek riskli bir oyuna dönüştüğü de kesin.
Başkan Obama seçildiğinde Türk-Amerikan ilişkilerinin en iyi dönemine girileceği öngörüsünde bulunan Dışişleri Bakanı Davutoğlu’nun, Brezilya’dan apar topar Washington’a geçecek olması da, bu durumda, “hasarı azaltma çabası” olarak görülebilir.
Zira düne kadar Türkiye’den yana olan New York Times yazarı Thomas Friedman gibi önemli kalemlerden bile artık aleyhimizde zehir zemberek yazılar çıkıyor. Özetle bu mesele Türkiye için “İsrail’de nükleer silah var, İran’a niçin karşı çıkıyorsunuz” yaklaşımını aştı.

Ankara ne yapabilir?
Güvenlik Konseyi’nin beş daimi üyesi ABD, Rusya, Çin, Fransa ve İngiltere de Ankara’nın hedef tahtasında artık. Bu durumda, “Türkiye yeni bir ‘Johnson Mektubu’ hadisesi ile karşı karşıya kalabilir mi?” sorusu akla geliyor.
Bu soruyu gündeme getiren de biz değiliz, “Johnson Mektubu”ndan haberi olmayan yüksek düzeyli Batılı bir diplomat. Söylediği ise şu: “İran’ın nükleer silah elde etmesini kolaylaştırmış bir Türkiye, İran’dan ilerde farklı bir siyasi konjonktürde kendisine yönelecek bir tehdit karşısında NATO müttefiklerinin desteğini hak eder mi?”
Bu tabii ki “tahrik edici” ve tümüyle “farazi” bir soru. Fakat önümüzdeki günlerde Ankara’ya İran konusunda Batı’dan gelecek tepkilerin hangi yönlere kayabileceğini de gösteriyor. Ancak, Türkiye de artık belli bir pozisyona angaje oldu. Geri adım atması ise ciddi prestij kaybı getirecektir.
Bu durumda Ankara ne yapabilir? Bizce, bu iddialı işe soyunduğuna göre, Türkiye’nin hızla nükleer silahlar konusunda net bir politika geliştirmesi ve bunu sonuna kadar götürmeye çalışması gerekiyor.
Özetle Ankara’nın, ABD’nin Türk topraklarında konuşlandırdığı taktik nükleer başlıkları da dahil ederek, dünyanın nükleer silahlardan arındırılmasına kendisini adaması gerekiyor.
Bunu yalnız yapması da gerekmiyor. Brezilya ile bu konuda da işbirliği yapabilir. Bu etkili de olur çünkü Brezilya’nın nükleer silahlar konusunda net bir pozisyonu var. 1970’lerdeki askeri rejim sırasında gizli bir nükleer silah programı yürüttükten sonra, yönetimin 1985’te sivillere geçmesiyle bu programdan vazgeçti.

Farklı savunma stratejisi
Bu arada, örneğin, Kazakistan da bu gruba davet edilebilir. Kazakistan’ın da bu açıdan çok önemli bir özelliği var. Bağımsızlığını kazandıktan sonra topraklarını Sovyet döneminden kalan nükleer başlıklardan arındırdı. Aynı zamanda topraklarının nükleer silah denemeleri için kullanılmasını yasakladı.
Kazakistan Devlet Başkanı Nursultan Nazarbayev de, Washington’da yapılan son nükleer güvenlik zirvesinde nükleer silahsızlanma konusunda güçlü mesajlar verdi. Özetle, Türkiye ve Brezilya, Kazakistan gibi ülkeleri de yanlarına çekebilirlerse, nükleer silahsızlanma konusunda dünyada ciddi bir rüzgâr estirebilirler.
Ancak, ikna edici olması için Türkiye’nin de yapması gereken önemli bir şey var. O da, siyaseten ve ahlaken bağlayıcı bir deklarasyonla, hiçbir zaman nükleer silah peşinde koşmayacağını ve topraklarında nükleer silah barındırılmasına izin vermeyeceğini taahhüt etmesidir.
Türkiye açısından bu Batılı müttefikleriyle ayrışması ve farklı bir savunma stratejisi geliştirmesi anlamına gelecektir. Bu arada Ankara’nın kendi savunma stratejistlerinden ve genelkurmayından gelecek itirazlara da karşı koyması gerekecektir.
Fakat Başbakan Erdoğan, Güvenlik Konseyi’nin daimi üyelerini de artık hedef tahtasına koyduğuna göre, AKP iktidarının kendisinde bunları yapacak gücü gördüğünü varsayıyoruz.